Felsefe Dersi 1. Ünite Özeti

ADMİN
Kasım 27, 2021

Bilgelik Sevgisi Olarak Felsefe

Felsefi sorgulamayı harekete geçiren en önemli güç ya da etkenlerden biri şüphedir. Şüphe eden insan gerçekliğin göründüğü gibi olmayabileceğini, görünüşün gerisinde farklı nedenler olabileceğini düşünen ve dolayısıyla algısal görünüşlerin ötesine geçebilen insandır. Bu anlamda felsefenin doğuşunda merak ve şüphe önemli bir rol oynamaktadır.

Felsefe özünde düşünen, sorgulayan, araştıran, felsefi soru ve problemlere kendi yanıtlarını vermeye çalışan insanların düşünce alışverişiyle yaşayan bir araştırma türüdür.

Felsefenin en eski merkezlerinden biri olan Antik Yunan’da felsefe, Grekçe philosophia sözcüğüyle karşılanmıştır. Sevmek anlamına gelen “phileo” fiiliyle bilgelik anlamına “sophia” sözcüklerinden türetilmiş olan philosophia bilgelik sevgisi veya hikmet arayışı anlamını taşımaktadır.

Bilgelik, belli bir entelektüel tutum, sağlam bir kavrayış, varlığın yapısına dair derinlikli bir vizyon, eylemlerin ilkeleri ve nihai amaçlarla ilgili kuşatıcı bir düşünüm anlamına gelir. Bundan ötürü felsefeci bir bütün olarak hayatı anlamaya, anlamlı kılmaya ve açıklamaya çalışan insanı ifade eder.

Felsefe Ve Diğer Disiplinler

Felsefe dünyayı, hayatı ve toplumu anlamaya çalışmakla kalmaz, bir yandan da bunları anlamlı kılmaya ve açıklamaya çalışır. Felsefe kalıcı ve nihai gerçekliğe nüfuz edebildiği, gerçekten var olanın ne olduğunu gösterebildiği içindir ki ön kabullere, sorgulanmamış kararlara ve kısmi görüşlere ihtiyaç duymaz.

Varlığı anlamak ve açıklamaya çalışmak bilim, din, sanat ve felsefe eksenleri üzerinden gerçekleşir. Bunlardan bilim ile felsefe bütünüyle rasyonel bir temel üzerinde yükselirken din ile sanat güçlerini ve temellerini akli bir kaynaktan almaz. Bilim dünyanın düzeni doğaya içkin nedensel yasalar üzerinden açıkladığı yerde, din onu aşkın bir varlığın amaçlı ve yaratıcı eylemi yoluyla anlamlandırır. Sanatın söz konusu anlamlandırma etkinliğini sanatçının yaratıcılığına bağlar. Bu durum elbette felsefe için de geçerlidir. Ancak bilim, kullandığı deneysel yöntem ve matematiksel açıklama tarzına ek olarak, kanıtlama veya ispatı kullanır. Felsefede de filozof akıl yürütür veya birtakım argümanlar geliştirir. Ama bu, bir kanıtlama ya da ispattan ziyade, bir gerekçelendirme veya doğrulama işlemine karşılık gelen öznel bir çabanın ürünüdür. Bu yüzden, felsefede, matematiksel bir teorem veya bir fizik yasasıyla aynı düzeyde “doğrular” yoktur; onda herkesi bağlayan genel geçer sonuçlar olamaz.

Bilim ile felsefe din ve sanattan rasyonel bir temele dayanma, anlamlı kılma ve açıklama faaliyetine aklı katma noktasında da farklılık gösterir.

17. yüzyılın bilimsel devriminden sonra doğa bilimlerinde deney yoluyla test edilebilir bir bilgi birikimi gerçekleşmiş ve bu birikim teknolojinin doğuşuna yol açmıştır. Felsefede böyle bir pratik çıkar ya da yarar düşüncesi yoktur; onun temelinde, aslında yeni bilgi üretme arzusu da bulunmaz. Onun temelinde insanın anlama ve gerçeği görme arzusu bulunur; yani felsefeyi çıkar gözetmeyen bir bilgi anlayışı harekete geçirir. Çünkü insan yalnızca çıkara ya da yarara yönelik bir varlık değildir. İnsan evrenin yapı düzenini, yaşamanın değer ve amacını, iyilik, adalet ve güzelliğin anlamını bilmek, dünyayı anlamlandırmak ister. Felsefe bu isteği karşılama çabasıdır ve onun yerini hiçbir şey alamaz.

İkinci Düzey Bir Etkinlik Olarak Felsefe

Felsefeyi bilim de dâhil olmak üzere diğer disiplinlerden ayıran en önemli özellik onun ikinci düzeyden bir etkinlik olması olgusuna işaret eder.

Felsefe bir bütün olarak dinin, sanatın ve bilimin kendisiyle tek tek bilimler üzerine ikinci düzeyden bir açıklama temin etme işini, bu disiplinlerin kendilerini ele alıp onların yapılarını ve sınırlarını göstererek yapar. Ama o, bu işi biraz da ilgili disiplinlerin kendi kapsamları içinde kalmakla birlikte onlar tarafından doğası ortaya konamayan şeylere bir açıklama getirerek yapar.

Felsefe, iki açıdan “meta” ya da ikinci düzey bir etkinliktir. Öncelikle doğayla ilgili sorular soran bilimin yanında felsefe bilimin kendisiyle ilgili sorular sorduğu için ikinci düzey görülür. Diğer sebep de felsefenin yine bilimin hiçbir şekilde açıklayamadığı şeylerle ilgili sorular sormasıdır. Sadece felsefe tarafından yanıtlanmaya çalışılan bu sorulara “büyük sorular” denir. Büyük soruların net ve değişmez yanıtları, herkese uygulanabilecek hazır reçeteleri yoktur. Daha doğrusu, bu soruların felsefe yoluyla gösterilen öznel çaba ile tek tek kişilerin kendileri tarafından sorulup yine kendileri tarafından, kendileri için yanıtlanmaları gerekir.

Felsefenin Kurucu, Analitik Ve Eleştirel Boyutları

Felsefenin kurucu veya bütünleştirici, analitik ve eleştirel boyutları farklı tarihlerde ortaya çıkıp gelişen üç ayrı felsefe tarzıdır.

Kurucu ya da bütünleştirici boyut, klasik felsefenin ayırt edici özelliğidir. En önemli temsilcileri Platon, Aristoteles, Aquinalı Thomas (1225-1274), Farabi (874-950), René Descartes (1596-1650), Gottfried Leibniz (1646-1716), Baruch Spinoza (1632-1677), Kant ve Georg Wilhelm Hegel (1771-1831) gibi düşünürlerdir. Felsefenin önemli ölçüde metafiziksel yönünü açığa vuran bu boyut, filozofların başta varlık olmak üzere, bilgi, değer ve toplum üzerine geliştirdikleri, “çok üzerindeki biri” ortaya koyan teorilerde somutlaşır.

Platon’un idealizmi ile materyalistlerce geliştirilen atomcu teori en yüksek düzeyde kurucu veya bütünleştirici teoriler olup varlığın bir alanına değil, neredeyse tüm yönlerine, hakikatin bütününe anlamlı açıklamalar getirmiştir.

Analitik Felsefe

Analitik felsefe, yirminci yüzyılda Anglo-Sakson dünyada büyük ölçüde klasik ya da metafiziksel felsefe geleneğine bir tepki olarak gelişir. Dile dayalı bir felsefe anlayışını cisimleştiren ve daha ziyade kavram analizi çalışmalarıyla belirlenen analitik felsefenin önemli temsilcileri arasında Bertrand Russell (1872-1970), George Edward Moore (1873-1958), Gilbert Ryle (1900-1976), Ludwig Wittgenstein (1889-1951) gibi düşünürler bulunur.

Felsefeci, felsefenin analitik boyutu söz konusu olduğunda, kavramları açıklığa kavuşturmaya, kavramlar arasındaki ilişkileri gözler önüne sermeye, akıl yürütme ya da çıkarımların mantıksal yapısını serimlemeye, düşünce ya da tezlerin sağlam bir şekilde gerekçelendirilmesine çalışır.

Felsefenin en az bütünleştirici boyutu kadar önemli olan çözümleyici boyutu arasındaki ilişkiyi Sokrates ve Descartes açıkça görmüştür. Sokrates, “X nedir?” şeklinde özetlenebilecek sorularla felsefenin öncelikle analitik bir etkinlik olduğu inancıyla insanların zihinlerinde bir açıklık yaratmaya çalışmıştır. Böylece “Platon bütünleştirici felsefe anlayışına, hocası Sokrates’in analitik felsefe anlayışını gördükten sonra ulaşmıştır” denebilir. Sokrates’ten iki bin yol sonra Descartes da apaçıklık ve sentez kuralıyla analiz kuralını ortaya koymuştur.

Eleştirel Felsefe

Eleştirel felsefe ise esas itibarıyla yirminci yüzyılda Almanya ve Fransa’da klasik ve analitik felsefeyi eleştirerek ortaya çıkar. Kıta felsefesinde somutlaşır. Kıta felsefesinin eleştirel yönelimi, Friedrich Nietzsche (1844-1900), Martin Heidegger (1889-1976), Jacques Derrida (1830-2004) ve Michel Foucault (1926-1984) benzeri düşünürlerde oldukça açık bir biçimde ortaya çıkar.

Eleştirel felsefe, felsefenin tamamen yeni bir yönü olmayıp bir anlamda ya analitik boyutun derinleştirilmesinden ya da çözümleyici boyut ile bütünleyici boyutun daha bir üst düzeyde sentezlenmesinden oluşur. Bunu en iyi Nietzsche’nin iyi ve kötü kavramlarına ilişkin analiziyle Foucault’nun bilgi kavramına dönük analizinde görebiliriz.

Nietzsche, hemen bütün kavramlar gibi “iyi” ve “kötü” kavramlarının da çıkardan bağımsız olmadığını öne sürerek bu kavramların güç kavramıyla olan ilişkilerini araştırdı. Foucault’nun geliştirdiği kavram ise “iktidar-bilgi” kavramıdır. O da, tıpkı Nietzche gibi, bilgi ya da hakikat isteğinin çok daha temelde bulunan bir güç isteminin tezahürü olduğunu düşünür. Dolayısıyla, onun söz konusu kavramı, bilginin her zaman belli bir iktidar şebekesinin göreli ve sorgulanabilir ifadesi olduğunu ortaya koyar.

Felsefenin Konularıyla Alt Alanları

İnsan hayatında aynı anda birçok işi gerçekleştiren felsefenin kapsamına girmeyen bir şey neredeyse yok gibidir. Onun aynı anda birçok işlevi yerine getiren bir disiplin olmasına işaret eden Wittgenstein, felsefeyi alet kutusuna benzetmiştir. Felsefenin “varlık”, “bilgi” ve “değer” olmak üzere üç temel konusu vardır. Dolayısıyla bu üç ana başlık etrafında şu alt alanlar görülür:

  • bilgi felsefesi ya da epistemoloji
  • dil felsefesi
  • bilim felsefesi
  • metafizik ve zihin felsefesi
  • etik
  • hukuk felsefesi ile siyaset felsefesi
  • estetik
  • din felsefesi

Felsefenin birbirinden önemli bu on dalını eğitim felsefesi, tarih felsefesi ve sosyal bilim felsefesi gibi son derece önemli bazı felsefe disiplinleriyle zenginleştirmek kadar aslında varlık, bilgi ve değer gibi üç konu başlığı etrafında yeniden organize etmek de mümkündür. Varlığı konu edinen disiplinler arasına metafizik ile zihin felsefesi girer. Bilgi konusunu ele alan tek disiplin epistomoloji değildir. Benzer şekilde etik, siyaset felsefesi, estetik, hukuk felsefesi ve din felsefesi de birlikte ele alınabilir. Zira bu disiplinlerin konuları ne kadar farklı olursa olsun onlar değer ortak paydasında birleşirler.

Felsefenin Değeri

Felsefenin değeri bireysel ve toplumsal düzeydeki katkılarından kaynaklanır. Bu bağlamda bireysel açıdan değerli sayılmasının başlıca nedenleri şöyle özetlenebilir:

Felsefe mutluluk amacı için bir araçtır. İnsana entelektüel bir keyif, manevi bir haz verir. Felsefe, varoluşun anlamıyla ilgili temel sorular sorarak insanın kendisini tanıma imkanı sağlar. Dolayısıyla neyin elde olup olmadığını gösterir. Karşılaşılan sorunların üstesinden gelmekte yardımcıdır. Kafa ve kavram karışıklığını gidermeye yarar.

Kısaca toplumsal katkıları da şunlardır:

Demokrasinin gelişmesine ve işleyişine önemli katkılar yapar. Gerçekten de felsefeye farklılıklara saygı göstermek, başkalarıyla birlikte yaşamanın asgari koşullarını temin etmek için ihtiyaç duyulur. Zira gerçekler özgürce çarpışan farklı düşüncelerden doğar. Aksi takdirde geriye kalan tek alternatif, hataların ve yanlışların zorla kabul ettirilmesine boyun eğmek olur. Alfred North Whitehead’in(1861-1947) de söylediği gibi felsefe “her türlü medeni çabanın gerisinde bulunması gereken kavrayış ve basireti, değer ve önem duygusunu yaratan” en önemli güç olmak durumundadır

Güz Dönem Sonu Sınavı
08.01.2022
0
Gün
0
Saat
0
Dakika
0
Saniye

Üye OlŞifremi Unuttum