Osmanlı Devletinin klasik dönemi genel anlamda Kanuni dönemi ile bitirilse de yüzyılın sonuna kadar fetihler devam edebilmiştir. 1571’de Kıbrıs’ın fethi tamamlanmış, 1574’te Tunus alınmıştır. Doğuda İran ile sınırlar 1639’da Kasrı şiirin anlaşmasıyla netleştirilmiştir. 1656’da Limni ve Bozcaada alınmış, 1669’da Girit fethedilerek deniz sahasında da başarıların devam ettiği görülmüştür. 1663’te Uyvar fethedilerek batıda bugünkü Slovakya sınırına ulaşılabilmiştir. Ancak bu başarıların Köprülü Mehmet Paşa, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa gibi kuvvetli devlet adamlarının yönetiminde gerçekleştirildiğine dikkat edilmelidir. Bu başarılara karşın ordunun vurucu güç olma özelliğini önemli ölçüde kaybettiği görülmektedir. Bu seferlerin uzun sürmesine paralel olarak devlet hazinesinin de kaynaklarını da son derece zayıflatmış olduğunun altı çizilmelidir.
XVI. yüzyılın sonlarındaki Haçova Savaşı’nda yeniçerilerin savaş sahasını terk etmelerinin şoku ile olaya bakarak mevcut nizama çeki düzen vermek ihtiyacını dillendirmeye başlayan Osmanlı aydınları durumu yozlaşma ve bozulma olarak teşhis etmişlerdir. Devlet idaresinde köklü uygulamaların terk edilmesinin yanı sıra askerî teknolojide geri kalmışlığa dikkat çekilmiştir. Ordu mensuplarının doğrudan yararlandığı toprak sisteminin bozulması, bürokratların günlük çıkarlarını gözetmeleri, rüşvetin artması, işlerde kaliteyi gözetmekten vazgeçilmesinin yanı sıra temel eğitim kurumları olan medreselerdeki bozulma gibi temel aksaklıklara dikkat çekmişlerdir. Gerçekten de asrın başında batı dünyasında görülmeye başlayan coğrafi keşifler ve bunların ilgili ülkelere mali getirisi, bilim ve sanat alanındaki köklü anlayış değişikliklerine mukabil Osmanlı Devleti’nin bilhassa Fatih döneminden sonra içine girdiği “elde edilen başarıları, çıkılan zirveyi muhafaza etmek” düşüncesinden kaynaklanan durağanlık bir asırlık süre sonunda ülkenin ekonomik, idari ve askerî buhran içine düşmesine yol açmıştır.
Bu dönemde girişilen ıslahat çabalarına mukabil devlet yönetiminin topyekûn bir değişime inanarak sonuna kadar gitme noktasına gelmediklerinin altı çizilmelidir. Lale çiçeği ve soğanı etrafında şekillenen zevk ü sefa tartışmalarına mukabil bu dönemde Avrupa devletlerinin üstünlüğünün nedenlerini araştırmak ihtiyacını hissetmişlerdir. Kültür, sanat, sanayi, tarım ve ordu konusunda incelemeler yaparak Osmanlı bünyesinde uygulanabilecek açılımların peşine düşülmüştür. Dokuma sanayinde Avrupa’ya bağımlılığı azaltmak için yeni imalathaneler açıldığı gibi yerli mallarının kullanımı teşvik edilmiştir. Bilim ve kültür alanında tercüme heyetleri kurularak yabancı eserlerin tercümeleri basılmış, Sarayın matbaa ve tercüme olayına desteği arttırılmıştır.
Nizam-ı Cedit dönemi uygulamaları da Padişah III. Selim’in problemli konularda devletin önemli bürokratlarından aldığı inceleme raporları çerçevesinde şekillenmiştir. İdari, mali, askerî ve sosyal problemlerin sebep ve sonuçlarını analiz eden bu raporların doğrultusunda yeni bir ordu kurulmasına girişilmiştir. Bununla aynı zamanda Avrupa ülkelerinde ikamet elçilikleri açıldığı gibi eyaletlerde devlet otoritesinin sağlanmasına yönelik düzenlemeler gündeme gelmiştir. Madenlerin işlenmeden ihracının yasaklanması, lüks tüketimden kaçınılması, illerdeki valiler ve diğer bürokratların görev sürelerinin belirlenmesi, rüşvet ve adam kayırmanın önlenmesi, toprak sisteminin ıslah edilmesi gibi temel sorunlara çareler üretilmeye çalışıldı.
Her iki padişah döneminde devletin askerî ve idari zaaflarının önlenmesine yönelik çabalar ortaktır. Orduda yenileşme hareketlerinde yeni birimler kurulmuş, hayatiyetini devam ettirebilmesi için hazine oluşturulmuştur. III. Selim dönemindeki Nizam-ı Cedit ordusuna paralel olarak II. Mahmud Sekban-ı Ceditleri oluşturmuştur. Toprak sisteminin ıslahı kadar bilim ve kültür sahasında da dünyadaki gelişmeleri takip etme ihtiyacı hissedilerek tercüme hareketlerine girişilmiştir. Avrupa’ya öğrenci ve bürokratlar göndererek iki yönlü bir fayda elde edilmeye çalışılmıştır. Mevcut beklentileri karşılayamayan yapıları rahatsız etmeden yeni birimler oluşturarak eskiyi bunlarla dönüştürmek beklentisi ise maalesef her iki deneyimde de eski müesseselerin isyanı sonrasında yarım kalmıştır. II. Mahmut döneminde merkezî idare teşkilatında gerçekleştirilen reformlar etkili ve uzun ömürlü olacaktır. Devletin farklı sahalardaki işlerini görmek için meclisler açılması, Avrupa’ya daha çok sayıda öğrenci gönderilmesi, kılık kıyafette düzenlemeler yapılması gibi ileri hamlelerin ise ancak Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra yapılabildiği unutulmamalıdır.
Fransız İhtilalı’nın sonuçlarından olan milliyetçilik fikrinin çok dil, din ve uluslu Osmanlı Devleti’ndeki etkileri XIX. asrın gelişmelerini anlamak açısından önemlidir. Küçük Kaynarca Anlaşması ile resmî hüviyet kazanan din kardeşliği vesilesiyle dış müdahalelere bu aşamada milliyet bağı da katılmıştır. İngiltere, Fransa ve Rusya başta olmak üzere şark meselesinde çıkar sağlamak isteyen her devlet bu hususları tahrik etmekten geri durmamıştır. Rusya’nın desteklediği Sırplar 1813’te giriştikleri isyanlar sonucu 1830’da özerk hâle gelmişlerdir. Rusların yanı sıra İngilizlerin ve Fransızların da desteklediği Yunanlar ise 1820-1830 döneminde ayrı bir devlet olarak ortaya çıkmayı başarmışlardır. Bu ayrılıklar Osmanlı Devleti’ni siyaseten ve mali açıdan zayıflatılırken Rusya Akdeniz’e kolayca açılmak, İngiltere ise hâkimiyetini devam ettirerek Hindistan sömürgesinin ulaşım emniyetini sağlamak hedefini takip ediyordu. 1868’de Süveyş Kanalı’nın açılması İngiltere için Osmanlı Devleti’nin hayati önemini ortadan kaldırmıştır. Bir şekilde Osmanlı Devleti’nin Rusya veya bir başka devletin kontrolü altı- na girmemesine çalışan İngiltere 1877-1878 Savaşı’ndan itibaren devletin yıkılmasına yönelik politikaları doğrudan geliştirmek ve uygulamak noktasına gelmiştir.