26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan Büyük Taarruz ile 50 Ağustos’ta Yunan ordusu tamamen kuşatılmış ve büyük bir kısmı imha edilmiştir. Türk kuvvetleri 9 Eylül’de İzmir’e girmiştir. İzmir’in kurtarılmasından sonra Türk kuvvetleri, İstanbul ve Çanakkale yönünde ilerlemeye başlamıştır. İngiltere, bu bölgenin Müttefikler tarafından beraberce korunması istemişse de mütareke sürecinde yaşanan gerginlikler dolayısıyla Fransa ve İtalya bu çağrıya itibar etmemişlerdir. 19 Eylül’de Fransızlar askerlerini bölgeden çektikleri gibi İngiltere Başbakanı Lloyd George’un, dominyonlarından yardım kuvveti getirmek teşebbüsü de sonuçsuz kalmıştır. Artık diplomasi sahne alacaktır. Nitekim, İtilaf Devletleri, 25 Eylül 1922 tarihinde verdikleri nota ile İzmit veya Mudanya’da bir toplantı yapılmasını teklif etmişlerdir.
İtilaf Devletlerine verilen cevabi notada, Müttefiklerin verdikleri güvence karşısında Türk Ordusu’nun İstanbul ve Çanakkale yönünde ilerlemeyecekleri belirtilmiştir. Ayrıca, Edirne dâhil olmak üzere, Trakya’nın Meriç Nehri’nin Batısına kadar derhâl boşaltılması şart koşularak, mütareke görüşmelerine 5 Ekim’de Mudanya’da başlanacağı ifade edilmiştir.
Mudanya Konferansında Türkiye’yi İsmet Paşa, İngiltere’yi General Harrington, Fransa’yı General Charpy, İtalya’yı General Mombelli temsil etmiştir. Konferans’a Yunanlar katılmamışlardır. Yunan delegeleri General Mazarakis ile Albay Sarıyannis de Mudanya’ya gelmişler, ancak limanda bir Yunan gemisinde kalmayı tercih etmişlerdir. Savaş alanında galip olmanın ilk neticesi olarak Türkiye Doğu Trakya’nın hemen boşaltılmasını muhataplarına kabul ettirmiştir.
İtilaf Devletleri’nin eski düzenin bir şekilde devam ettirilmesini istemeleri, Türkiye’nin ise kayıtsız şartsız bağımsız bir devlet olarak yaşamakta ısrarlı olması üzerine konferans kesintilere uğrayacak İtilaf Devletleri temsilcilerinin beklentilerinin aksine sekiz ay kadar sürecektir.
Konferans’ta Türk heyeti Misak-ı Millî’nin gerçekleştirilmesi için gayret gösterirken İtilaf temsilcileri Yunanistan’a karşı kazanılan zaferi pek de hesaba katmadan Sevr’i esas alarak Türkiye’yi yenik bir devlet olarak görmek istiyorlardı. Türklerle yapılacak barış antlaşmasının esaslarının tespit edileceği konferansta esasen Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla ortaya çıkan asırlık meseleler görüşülecekti. İ. Dünya Savaşı’ndan Avrupa’nın en güçlü devleti olarak çıkmış olan İngiltere, Lozan görüşmeleri süresince Türkiye’yi yalnız bırakmaya azami gayret gösterecektir. Böyle bir anlayış ve politik bir tavır karşısında Lozan’dan beklenen neticenin çıkmayacağı da tabii idi.
Nitekim antlaşma tasarısında, Ermenilere toprak verilmesi, kapitülasyonların devam ettirilmesi, Osmanlı dış borçlarının tamamının Türkiye’ye ödetilmek istenmesi, savaş tazminatı ve tamirat bedeli, boğazların statüsü gibi meselelerde anlaşmaya varılamayacaktır. Türk heyeti görüşmeleri terk ederek ülkeye dönecektir.
Yeni dönem çalışmalarına başlayan Meclis barış anlaşmasını tasdik ettikten sonra ilk iş olarak yeni devletin merkezini belirlemekle işe başlamıştır. İstanbul’da henüz Halife’nin olması ve Lozan’da elde edilebilen şartların ülke emniyeti açısından yeterli bulunamaması başkent seçiminde Ankara’nın jeopolitik konumunu güçlendirmiştir. Böyle bir teklif ile düşman işgalinden kurtulmuş dahi olsa İstanbul’un merkez olarak kabul edilemeyeceği taraflı tarafsız herkese gösterilmişti. Zira merkezî ve yürütme organları ile her şeyden önemlisi eskisinden tamamen farklı esaslara dayanan millî hâkimiyet anlayışı ile yeni bir devlet, bütün kurumları ile şekilleniyordu. Nitekim 15 Ekim 1925’te Meclis’te görüşülerek kabul edilen ve Anayasa’ya dahil edilen madde ile “Türkiye Devletinin başşehri Ankara şehri” olarak belirlenmiştir.
Cumhuriyetin ilanını sağlayan Anayasa düzenlemeleri kendine has şartlar ve mülahazalar ile gerçekleştirilmiştir. Muhaliflerin kendilerini en kuvvetli hissettikleri sırada hazırlıksızlıklarını ve fikrî uyumlarının tam olmadığını fark eden Mustafa Kemal Paşa harekete geçmiştir. Mustafa Kemal Paşa Erzurum Kongresi toplanmadan evvel mücadele başarıya ulaştığında devlet şeklinin Cumhuriyet olacağını yakın arkadaşları kadar o süreçte temas ettiği Erzurum gençleriyle de paylaşmıştır. Millî Mücadele’yi yürüten Türkiye Büyük Millet Meclisini de açılışından itibaren bu hedefe yöneltmişti. Bununla beraber toplumdaki genel kanaat ve mücadelenin başarısı garantilenene kadar Cumhuriyet’in ilanı hakkındaki düşünceler açıkça dile getirilmemişti. Bu, Mustafa Kemal Atatürk’ün her şeyi yeri ve zamanı geldiğinde uygulamaya koyma tarzındaki İnkılapçılık anlayışının da bir gereği idi.
Her türlü iyi niyet ve samimiyetlerine mukabil Meclisteki milletvekilleri arasında da birbirinden çok farklı düşünceler ve beklentiler hakim durumdaydı. Memleketin düşman işgalinden, Halife-Padişah’ın esaretten kurtarılması herkesin birleştiği ana hedefti. Bununla birlikte Mondros Mütarekesi ile âdeta idam fermanı imzalanan Osmanlı Devleti’nden yeni bir devlet çıkarmak sürecinin önderleri arasında da fikir ayrılıkları daha mücadele tamamen sona erdirilmeden önce ortaya çıkmaya başlamıştır. Gerçekten de Millî Mücadele’yi başarıya ulaştıran Türkiye Büyük Millet Meclisinde halk hâkimiyetine dayanan yeni bir devlet kurmayı hedefleyen ve Mustafa Kemal’in etrafında toplanan milletvekillerine mukabil mücadelenin başarılmasından sonra Halife-Padişah’ın yeniden millet ve memleketin kaderine hakim olacağı eski şekle dönülmesini savunanlar da vardı. 20 Ocak 1921 tarihinde kabul edilen Teşkilat-1 Esasiye Kanunu’nun birinci maddesiyle hâkimiyetin kayıtsız şartsız millete verilmiş olması eski rejim taraftarlarını rahatsız etmişti.
Milli Mücadelenin önemli isimlerinden Kazım Karabekir de bu kesimin cumhuriyet aleyhtarı birtakım tahriklerine maruz kalarak Mustafa Kemal’den izahat istemişti. Kazım Karabekir’e verilen cevapta amacın Cumhuriyet değil, padişahın yetkilerini kısıtlayarak milletin haklarının sağlama alınması olduğu belirtilmişti. Hâlbuki hâkimiyetin kayıtsız ve şartsız millete verildiğinin belirtilmesi o günlerin anlayışı ile zaten cumhuriyet demekti..
Bununla birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın 24 Nisan konuşmasında Halife-Padişah’ın konumunun mücadele başarıya ulaştıktan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından belirleneceğini ifade etmesi de aslında devlet şeklinin ve anlayışının ne yöne gitmekte olduğunu hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde göstermekteydi. Hâkimiyet milletin temsilcilerinden oluşan Büyük Millet Meclisinin elinde olacaktı. Bütün bu göstergeler müsait ilk fırsatta Cumhuriyet idaresinin ilan edileceğinin delili idi. Mustafa Kemal Paşa, meclisteki muhalefetin artması üzerine muhalifleri en kuvvetli oldukları sırada harekete geçmiştir. Muhalefet güçlü olduğu dönemde Hükümet’in çalışmalarını engellerken O, bu süreci mücadelenin başarıya ulaşması yolunda değerlendirmeye çalıştı.
ÖNCEKİ ÜNİTE 7. Ünite |