Kişinin çevresiyle ilk teması doğumla katılmış olduğu aile grubu içinde başlar .Çocukla aile üyeleri arasında başlayan bu etkileşim sürecine “Toplumsallaşma” denir. Toplumsallaşma ile kişinin içgüdüleri toplumdaki hakim değer yargıları ve davranış kalıpları içine yerleştirilir.
Aile “Ana baba çocuklar tarafından kan akrabalarından oluşan ekonomik ve toplumsal bir birliktir”. Özellikle bu tanım modern ve topluluklardaki ailelerin yetişkin üyeleri açısından ele alınınca geçerliliği artmakdadır. Çünkü bu birlik eşlerin açıkça belirttikleri amaçlarını gerçekleştirmek üzere bir araya gelmelerinden oluşmaktadır. Eşlerin çocuk sahibi olmalarıyla daha kapsamlı bir anlam taşıyan aile aynı zamanda çocukları topluma hazırlayan küçük bir topluluk modelidir.
*Toplumsal düzeyde meyadana gelen değişmeyi aileyi iki ayrı yönde etkilemişdir. Birinci aile dışında yeni bir takım sosyal kurumların meydana gelmesi ve ailenin görevleri yüklenmesi nedeniyle görevlerin farklılaşması, ikincisi de toplumsal sorunlar ailenin iç dinamiğini etkileyerek aile iç sorunlara yol açmasıdır.
*Ailenin evrenselliği devamlılığı ve sosyal yapıda çekirdek özellik taşımasının yanında aile üyelerinin sorumlulukları üyeler arası ilişkilerin duygusal bir temele dayanıyor olması şekillendirme özelliği ve kurallarla çevrili olması gibi hususlar her aile tipinde görülen yaygın özelliklerdir.
*Her aile tipinin paylaştığı kaçınılmaz olan bazı temel görevler vardır. Bunlar biyolojik,psikolojik ve ekonomik görevlerdir. Biyolojik ve psikolojik görevler aile dışında gelişen yeni kurumlar tarafından yerine getirilmemektedir. Ailenin sürekliliğin sağlanması ve varlığının korunması duygusal ilişkilerin sağlıklı bir biçimde gerçekleşmesi konularında geçerli bir çözüm bulunamamıştır.
*Aile, sosyal ilişkilerin en küçük ve en temel birimi olarak hem işlevleri hem biçimleri hem ekonomik faaliyetleri hem de aile içindeki liderlik konumları itibariyle değişime uğramaktadır. Özellikle kırsal alandan kentlere göç eden tarımsal yapıdan kopan kadının iş güç biçimlerinde ve emeğinin değerlendirilme sürecinde ortaya çıkan değişikler aile içi ilişkileri yakından etkilemektedir.
*Bugün aile kendini etkileyebilecek iki temel sorun ile karşı karşıyadır. Birincisi toplumsal değişmelere paralel olarak çıkan toplumsal dinamizmin aileye olan etkisi, ikincisi ise doğrudan ailenin iç mekanizmasında ortaya çıkanaksaklıklar.Toplumsal dinazmin etkisi ailenin yapısına değil görevlerine yöneliktir.
Büyük Aile : Kırsal alanda yaşayan tarımla geçimini sağlayan akraba bağları kuvvetli aile adının önem ifade ettiği erkeklerin karar almada ön planda olduğu geleneklerine bağlı aile tipidir.
Küçük Aile: Kentsel alanda yaşayan hanehalkı sayısı sınırlı sanayi ticaret ve hizmet sektöründe çalışan akrabalık bağlarının görece önemini yitirdiği geleneksel yaşam tarzından uzak olan aile tipidir.
GEÇİŞ AİLESİ:
Türkiyede aile tiplemelerinde gerek kasaba gerekse gecekondu ailesi geçiş ailesi olarak kavrallaştırılmakdadır .Bilindiği üzere sanayi öncesi toplumlara geleneksel sanayileşmekde olanlarada geçiş toplumu denilmekdedir. Bu bağlamda ailede geçiş ailesi olarak kabul edilmekdedir .Çünkü toplumlar sanayileşme ve kentleşme sürecine girdiklerinde toplumsal yapıları hemem hemen bütünüyle değişime uğramakdadır.Geçiş ailesi büyük aile özelliklerini koruyan ancak beklenti ve umutlarıyla küçük aile özelliklerini özümsemeye çalışan özgün bir kimlikle varlığını sürdürmekdedir .Bu aile bir taraftan kır ailesinin alışkanlıkları, tutumları ve değer yargılarıyla çevrili diğer taraftan kent yaşantısının etkisinde kalan bir aile tipidir.
GECEKONDU AİLESİ:
Türkiyenin gündemine 1950 sonrasında giren ve 80’li yıllardan itibaren kendini iyice hissettiren 90’lara vardığında ise artık ülkenin sosyal siyasal ekonomik yapısın doğrudan etkileyebilecek ölçülere varan gecekondulaşma günümüzde hem nicel hem nitel büyüklüğü ile başlı başına bir sorun alanı olmuştur. Endüstriyel iş yaratma kapasite ve örgütlemesini tam anlamıyla gerçekleştirememiş gelişmekde olan göç yolula kabul ettiği kırsal nüfusu özümsemekde güçlük çekmekdedir.
İşgücünün değişmesi ve çeşitlenmesi ile birlikte kentsel kurumlardan yararlanma artmaktadır.
*Gecekondu ailesinde işgücüne katılımın genellikle fabrika ve imalahatna işçiliği, küçük girişimcilik, hizmet sektörü ve marjinal kesimde yoğunlaştığı görülmektedir.
* Evde pazar için üretim olayı hemen hemen yok denecek yok kadar azdır. Taksitle alış-veriş tüketim sürecinde başvurulan yaygın bir alışkanlık haline gelmiştir.
* Gecekondu ailesinin %70’nin hanehalkı kolaylıklarına sahip olduğu görülmektedir.
* Çalışkan kesimin üçte ikisinin sosyal güvenceye sahip olması kentlileşme sürecinin önemli adımlarından bir tanesidir.
* Gecekondu ailelerinin sosyal bakımdan da kentlileşme sürecinin içine girdikleri özellikle aile içi ilişkilerde eğitim düzeyi yükseldikçe kadının statüsü ve karar verme süreçlerine katılımında artış gözlenmektedir.
* Akrabalık, hemşerilik ve komşuluk ilişkileri yoğun ve güçlüdür.
* Başlık parasına “karşı bir tutum” geliştirildiği ve aile planlamasına olumlu bakıldığı gözlenmektedir.
* Gecekondu ailesinde dayanışma sürmekte ve çözülme göstermektedir.
* Akrabalık dayanışması gecekondu ailesinin en güçlü yanıdır.
Aile toplumun yüreğindeki en küçük demokrasi birimidir.
BERDER AİLESİ;
Güneydoğu Anadolu’da rastlanan bu aile tipinde kız ve oğullarını evlendiren aileler arasında anlaşmazlık ve geçimsizlik çok olmaktadır. Özellikle kızlarına iyi muamele yapılmıyorsa gelinlere de huzur verilmez. Ayrıca evlendirilen çiftlerden birinin ölümü ya da boşanma nedeniyle ayrılması diğer çiftin ilişkilerini de etkilemektedir. Bu bakımdan oldukça karışık sorunlara sahip bir aile şeklidir.
Evlenebilecek yaşlarda hem kız hem de oğlu bulunan iki ailenin karşılıklı olarak kız ve oğullarını evlendirmeleriyle kurulan aile şekline berder ailesi denilmekdedir.
Başlık sorununa çözüm yolu getiren diğer iki tip evlenme biçimi de Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde görülmektedir.
1. LEVİRAT (Yenge ile evlilik ) Kocası ölen kadının kayın biraderiyle evlenmesidir.
2. SORORAT(Baldız ile evlilik) Karısı ölen kocanın baldızıyla evlenmesidir.
Türkiyenin Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde ender olmakla beraber kayınpeder gelin evliliğine de rastlanmakdadır. Adıyaman ilimizin dağ köylerinde bu uygulamaya rastlandığı söylenmektedir. Genellikle varlıklı ailelerde görülen bu evlenme tipleri miras bölünmesi önlemek, gelin için ödenmiş başlığın değerlendirilmesi yani gelinin insan gücü olarak üretimdeki katkısını devam ettirmek amacıyla yapılmakdadır.
TÜRKİYE’DE AİLENİN GENEL GÖRÜNÜMÜ;
*Türkiye’de 1990 yılı itibariyle 57 milyon nüfusun %59.1 kentsel alanda %40.9 kırsal alanda yaşamaktadır.
*2000 sayım sonuçlarına göre 68 milyon nüfusun %64.9 kentlerde, %35 kırsal alanda yaşadığı ve nüfus artış hızının da 18.28 olduğu saptanmıştır.
*2010 adrese dayalı nüfus kayıt sistemine göre 74 milyon nüfusun %76.3 kent, %23.7’si de kırsal alanda yaşamaktadır.
Verilerden son on yılda Türkiye genelinde nüfus artışı hızının azalmasına rağmen kırsal alandan kentsel alana göçün devam ettiği anlaşılmakdadır.
TÜİK’in 2010 verilerine göre Türkiye’de 15 ve üzer yaş grubun işsiz oranı %11.9’dur. 15 yaş ve üzeri kadınlarda işsizlik oranı %13, aynı yaş grubu erkeklerde ise 11.4’tür. 15-24 yaş arası kadınlarda işsizlik oranı %23, erkeklerde ise %21’dir.
Türkiye’deki ailelerin eğitim durumuna bakıldığında ise ailelerin 1935’ten bu yana eğitime verdikleri önemin giderek arttığı gözlenmektedir. 1935’lerde okur-yazarlık oranı %19.2 iken, 1960’larda % 39.5, 1970’de % 56.2 ve 80’li yıllarda % 77.4’e yükselen bu oran 1990 nüfus sayımında %80.4’e, 2000 de ise %87.3’e ulaşmıştır. Kadın okur yazarlık oranı %80.6 iken bu oran erkek nüfusta %93.8’dir.
Okul çağındaki kadınlardan okuma yazma bilmeyenlerin toplam nüfus içindeki oranı %4.7 iken erkeklerin %1.1’dir. dolayısıyla okuma-yazma bilmeyen kadınların erkeklere göre yaklaşık beş kat daha fazladır. Okuma-yazma bilmeyenlerin toplamı içerisinde ise %82’si kadın, %18’i erkektir.
Ailenin ekonomik açıdan bir üretim birimi, sosyal açıdan toplumun temel taşı, biyolojik açıdan toplumun sürekliliğini sağlayan bir konumda olduğu düşünülürse, ailenin bu işlevlerini sağlıklı bir biçimde yerine getirebilmesinde ekonmik gereksinimlerinin karşılanması ve aile üyelerinin soyal güvenlik garantilerinin sağlanmasının ne denli önemli olduğu anlaşılır.
Birleşmiş milletler Genel Konseyi, 8 Aralık 1989 ve 44/82 sayılı kararıyla, 1994 yılı Uluslararası Aile Yılı olarak ilan etmiştir. Aile yılı ilan edilirken Konsey, temel etkinliklerin, ailelere toplum içindeki sorunluluklarını kavramları için destek vermek, sorunların ortaya konulmasına yardımcı olmak ve çözüm aramak, temel insan hak ve özgürlükleri çerçevesinde kadın ve erkek arasındaki eşitlik fikrinin desteklenmesi, eve ait sorumluluk kadar her iki cins için istihdam olanaklarının eşit paylaşımı gibi konuların gümdemde tutulması için ilke kararı almıştır.
TÜRK KADINI VE ÇAĞDAŞLAŞMA
Geleneksel toplumlarda cinsler arası iş bölümünün kesin oluşu kadına sadece “evinin kadını ve anası” olma sıfatını vermiştir.
Erkek ise, “evin ekmeğini getiren” her işte son sözü söyleyen ve zihinlerde otorite kavramıyla birlikte düşünülen bir tip olarak algılanmıştır.
Kadının toplum içinde yerini alma çabaları ekonomik gücüyle doğrudan ilişkilidir. Bu durum özellikle toplumların sanayileşme ve kentleşme süreci içine girmeleriyle belirgin hale gelmiştir.İş bulmak üzere kente göç geçim sıkıntısı kadının da dışrıda çalışmak zorunda olması ilişki ve alışkanlıkları geleneksellikden uzaklaştırmışdır.Ancak henüz bu çabalar kadını yıllardır toplum içinde alışılagelen konumundan kurtaramamıştır.Özellikle cinsler arası üstünlük yarışı günlük yaşamın her kesitinde kendini var kuvvetiyle duyurmaya başlamışdır.Bu belirgin durum evde aile üyeleri arasında iş alanında amir memur ve patron işçi ilişkilerinde açıkça gözlenmektedir.Kısaca eşit olmayn bir yapılanma söz konusudur.
Türk kadını tarihsel açıdan üç önemli dönem geçirdiği gözlenmektedir.
1. islamiyet’in kabulünden önceki dönem,
2. islamiyet’in kabulünden sonraki dönem,
a. Tanzimat’a kadar olan Osmanlı dönemi,
b. Tanzimat dönemi,
c. Kurtuluş Savanış ve Cumhuriyet dönemi,
İSLAMİYETİN KABULÜNDEN ÖNCEKİ DÖNEM;
İslamiyetin kabulünden önce türk toplumunda kadın ve erkeğe eşit değer verildiği ve bu durumun üretim alanına da yansıdığı, çini işlemeciliği, halı-kilim dokumacılığı gibi sanat eserlerindeki yazılı kaynaklardan da açıkça anlaşılmaktadır. Öte yandan Ziya Gökalp’in çeşitli yayınlarında da Türklerde kadın ve erkeğe eşit değer verildiğine dair kanıtlar sergilenmektedir.
İSLAMİYETİN KABULÜNDEN SONRAKİ DÖNEM;
OSMANLI DÖNEMİ; Osmanlı döneminde 1453 İstanbul’un fethi kadın yaşamında bir dönüm noktası olmuştur. 1453’den önce kadın erkek ayrılığı pek yoktu,Türklerin çoğu tek eşliydi. İmparatorluk sonrası Bizanslılardan harem kurumu örnek alınarak çok eşlilik gündeme gelmiştir. 16. YY’dan sonra kadınlar yaygın olarak peçe kullanmaya başladılar. Yine bu dönemde Türk kadını kentlerde sağlık hizmetlerinde ticaret ve ev hizmetlerinde çalışmışlardır.
TANZİMAT DÖNEMİ; 19.yy’da başlayan batılılaşma hareketi kadınları da bir çok yönden olumu etkilemiştir. İlk değişim eğitim alanında olmuştur. Kızlara eğitim veren okular açılmış kadın yazar ve öğretmenlerinde artış olmuştur. Bilinçlenen kadınlar ilk kadın örgütünü kurmuş ve 1869 İleri adlı bir kadın dergisi çıkarmışlardır .Şeriat yaşamının yumuşatılması ve kadın erkek eşitliği konusunda Ziya Gökalp’ın önderliğinde çeşitli çalışmalar yapıldı . 1917 Aile Hukuku Kararnamesi de dönemi için oldukça ileri sayılabilecek bir yaklaşım içeriyordu. Nikah devlet memuru önünde yapılmaya başlanmış kadına boşanma hakkı sağlanmış kadınların üniversiteye kabulü devlet dairelerinde çalışması bu yıllarda başlamıştır.
KURTULUŞ SAVAŞI DÖNEMİ: İzmir’in ve İstanbul’un işgali Türk kadınında harekete geçirmiş zamanın İlerici Kadınlar Derneği bir direniş mitingi gerçekleştirmiştir. Anadolu’nun kırsal kesimlerindeki köylü kadınlar cephane taşıyarak yaralıların bakımını üstlenerek yurdun yabancı işgalinden kurtarma mücadelesinde aktif rol oynamışlardır. Atatürk özellikle Türk kadınının içinde bulunduğu durumu Türk ailesinin sorunlarını bir toplum bilimci yaklaşımıyla gözlemiş ve Türk kadınının toplum içinde geçerek sosyoekonomik yerini alması be bu konuda ortaya çıkan sorunları bertaraf etmek üzere çaba saf etmiştir. Latin harflerinin kabulü okuma yazma seferberliği medreselerin kapatılması ilköğretimin zorunluluğu gibi uygulamalar toplum yaşamına girmesine olanak vermiştir. İlk kez kadın Atanın nikahında bir arada olmuştur. Bu konuda yasal değişikler 1926 Medeni Kanunun kabul edilmesiyle gerçekleştirilmiştir. 5 Aralık 1934 ise 1924 Anayasasının ilgili maddesindeki sadece erkeler ibaresi kaldırılarak nüfusun ikinci yarısını oluşturan kadınlarda ülkeyi yönetmek için aday olabilme ve oy verme olanağı sağlandı. 1961 ve 1982 Anayasaları da kadın erkek ayrımını ortadan kaldırıcı bir biçimde hazırlanmıştır .Bugün hukuksal açıdan kadınların erkeklerle eşitliğini engelleyen pek az neden kalmıştır. Öte yandan yasaların öngördüğü bir çok açık ve kesin hükme rağmen kadınlarımız pe az bir kısmının sahip oldukları bu haklardan yararlandıkları görülmektedir. Ülkemizde ilköğrenim zorunlu olmasına karşın okuma yazma bilmeyenlerin oranı yüksektir ve ilköğretimi bitirenler ise orta öğrenime devam etmemektedir. Toplumumuzda kız çocuğa harcanacak emek ve para boşa gidecektir düşüncesiyle hareket eden baba sayısı da azımsanmayacak düzeydedir.
Türkiye’de kadını yaşadığı ortam bakımından 4 grupta toplamak mümkündür.
1) Köylü kadın : kırsal kesimde yaşayan aile işletmesinin üretimine tüm gücüyle katılır.Ancak üretimde harcadıkları emek hiçbir zaman değerlendirilmez .
2) Kasabalı kadın : kırsal kesimde yaşayan kadına bakılarak daha kapalı bir yaşam sürmektedir. Bu tutuculuğun sebebi ev işlerine bağımlı kalmasıyla açıklanabilir.
3) Gecekondulu kadın : her ne kadar geleneksel alışkanlıklarını sürdürmek istiyorlarsa da kentsel yaşamada ayak uydurmak çabası görülmektedir.
4) Kentli kadın :büyük bir kısmı ev kadını olmakla beraber bu kesimde çalışan kadın sayısı artmaktadır.
Kadınların çoğunlukta olduğu kamusal hizmetler idari hizmetler eğitim sağlık sınırlı sayıda avukatlık hizmetleridir.Kentsel alanlarda refah seviyesinin yüksek olan kategorisinde yer alan kadınlar diğer gruptaki kadınlara göre daha fazla sosyal güvenlik kapsamında yer almaktadır. Bu kapsamda olmayan kadınların yüzdesi Doğu bölgesinde %84 ,Güneydoğu Anadolu da ise % 87 dir. Kariyer olarak siyasetle ilgilenen kadın sayısı giderek azalmıştır. Bu ilgisizliğin temelinde kadın erkek eşitsizliği sorunu yatmaktadır. İlk defa 8 Mart 1857 New York’ta dokuma işçisi kadınları kadının özgürlük mücadelesini başlatmıştır sorunları dile getirmiştir bu nedenle 8 mart dünyada kadınlar günü olarak kutlanır.Öte yandan kadının toplum hayatından uzaklaştırılma politikası çeşitli şekillerde belirmektedir.Kadınlarımız giyim konusunda da son on yılda büyük gerileme olmuştur. Türkiye’de çarşaf baş örtüsü ile dolaşanların sayısının artması çağdaş giyim konusunda tartışmaların sürmesi genç kızlarımızı yasalarla töreler arasında bir açmaza sürüklemiştir.