Not: Önemli Kavramlar, Felsefe, Kuram, Yaklaşım, Sembolik Etkileşimcilik, İşlevselcilik, Çatışmacılık, Feminizm
Aile Sosyolojisinde Farklı Kuramsal Yaklaşımlar Ve Nedenleri;
Aile kuramları konusuna başlamadan önce kuramlara ve terimlere göz atmak faydalı olacaktır. Bilimsel çalışmalarda felsefi kavramlar günlük kullanımdan farklı anlamlar taşır; örneğin felsefenin temel dört çalışma alanı olan Metafizik, Epistemoloji (Bilgi Kuramı), Ontoloji (Varlık Bilim) Ve Ahlak. Ayrıca bilgi kuramının “bilginin kaynağı” ve “bilginin değeri” kuramları vardır. Bu bağlamda epistemolojik olarak bilginin kaynağının;
“akıl” olduğunu söylersek “rasyonalizm”;
“deney” olduğunu söylersek “ampirizm”;
“sezgi” olduğunu söylersek “Intuitionism/sezgicilik”;
“fayda” olduğunu söylersek “pragmatizm” olarak adlandırırız. Son zamanlar da ortaya çıkan bilginin kaynağını “kadının özel deneyimleri” olarak adlandırmak da “feminizm” olarak adlandırılır.
Yukarıda bahsettiğimiz kuramlara açıklık getirmesi açısından kuram ve yaklaşım tanımlarını yapmak fayda sağlayacaktır. “Kuramlar epistemolojik, yaklaşımlar ontolojiktir.”
Kuram; bilimsel çalışmaların yapılmasına olanak sağlayan en geçerli ve güvenilir yolların bilgi kuramları çerçevesinde (epistemolojik olarak ) tartışılmasıdır.
Yaklaşım; toplumsal yaşantıların varlık bilimleri çerçevesinde (ontolojik olarak) incelendiğinde ortaya çıkan temel kabuller veya varsayımlardır. Bu bağlamda genel olarak sosyal bilimlerde özel olarak sosyolojide bilim adamının ismi ile anılan çok sayıda kuram bulunurken genel olarak kabul edilmiş sınırlı sayıda yaklaşım vardır. Tek tek kuramları bilmek yerine genel olarak kabul görmüş yaklaşımlarla genel çerçeveyi belirlemek yol gösterici olur.
Unutmamak gerekir ki aile sosyolojisi araştırmalarında birden fazla kuramsal ve metodolojik yaklaşım ele alınır. Önemli olan nesnel ve öznel durumlarda yaklaşım ve kuram bütünlüğü içerisinde inceleme yapmaktır.
Aile sosyolojisi çalışmalarında; mikro alanda çalışmalara fayda sağlayan “sembolik etkileşimcilik”, makro alanda çalışmalara fayda sağlayan “işlevselcilik” ve “çatışmacılık” gibi yaklaşımlardan son zamanlarda ise feminist ve postmodernist yaklaşımlardan da faydalanılır.
Aşağıdaki tabloda belli başlı sosyolojik yaklaşımlar ve onların aile hakkındaki görüşleri temelinde aile kuramları hakkında bilgi verilmiştir.
Mikro düzeyde modern sosyoloji çalışmaları birçok kuramdan bahsedebiliriz fakat bunları tekbir çatı altında toplayacak olursak “sembolik etkileşimcik” bu kapsayıcılığı sağlar.
Sembolik etkileşimciliğin tarihsel süreci; epistemolojik olarak incelendiğinde Amerika’da yaygın olarak kullanılan pragmatizm içerisinde geliştiği görülmektedir. Bu yaklaşım ayrıca 18.yy ahlak felsefine kadar dayanmaktadır. 20.yy eğitimci ve psikologlarından olan William James(1842-1910) ve Jhon Duvey(1859-1910) bu yaklaşımı geliştirmiştir. George Herbert Mead (1863-1931) ve öğrencisi Herbert Blumer bu yaklaşımı sosyolojiye kazandırmıştır.
Kuramın açıklamasını Blumer (1962) görüşlerinden faydalanarak yapacağız; karşılıklı ilişkilerinde insanlar birbirlerinin davranışlarını önce yorumlarlar daha sonra çıkardıkları, sonuçlara göre, eyleme geçerler. Sembolik etkileşimcilik bu yorumlama ve çıkarım yapma sürecini inceler. Örneğin; yardıma ihtiyacı olan bir bayan kendisine yardım etme niyetinde olan bir beyin yaklaşımını inceler ve yorumlar, yardım edecek kimsenin art niyetini ve zarar verme potansiyelini bu yorumlaması sonucunda çıkarım olarak eyleme dönüştürür. Diyebiliriz ki bayanın kendisine yardım edecek kişiye karşı sergilediği tutum alelade değil belirli aşamalardan sonra ortaya çıkar. Sembolik etkileşimcili bu yorumlama sürecini, kişilerin kendilerini başkalarının karşısında nasıl bir konuma koyduklarını inceler.
Sembolik etkileşimci yaklaşımda kullanılan teknikler; bu gelen içerisinde yer alan sosyologlar geniş bir geniş bir yelpazede farklı teknikler kullanmışlardır. Genellikle kullanılan teknikler ise; nitel bir teknik olan “gözlem” tekniğidir. Son yıllarda önce gelen çalışma konuları; duygusal emek (Arlie Hochschild), sosyal hareketler ve kendine ayna tutma, izlenim yaratma ve yönetme, ortam tanıma gibi konular gelmektedir.
Geleneksel anlayış aile bağlarının kutsal olduğu düşüncesindedir. Boşanmayı sorumluluktan kaçış olarak adlandırır. Geleneksel birçok tutumda olduğu gibi aile konusunda da değişiklik olduğunu kabul etmek gerekir. Bazı kavramlar üzerinden değişimleri görmek mümkündür.
Duygusal doyum (Emotional Satisfaction); sembolik etkileşimsiler 20.yüzyılın başından bu yana evliliğin temelindeki değişimleri incelemişlerdir. Bu değişimler; eş seçiminde kişilik özelliklerinin ön plana çıkması, duygusal tatmin beklentisinin yükselmesi, toplumsal hayattaki huzursuzluğun evlilik yolu ile giderilmeye çalışılması gibi etkenler evlenmeye sebep olarak gösterilmiştir. Sembolik etkileşimcilere göre boşanmanın temelinde ise; evlenenlerin arkadaş/dost (companionate marriage) olarak evlenmelerin yanı sıra, evliliğe fazla yüklenmek olarak görmüşlerdir. Türkiye’de de benzer eğilimlerin kentsel kesimlerde artığı gözlenmiştir.
Aşk Sembolü (The Love Symbol); kadın veya erkek olarak sahip olunan aşk veya ilgi görme/gösterme sembolleri de evliliğin yükünü ağırlaştırmaktadır. Evlilikte eşler aşk/ilgi sembolleri yüzünde beklentilerinin gerçekçi olmadığını görememekte ve karşılığı olmayacak beklentiler içine girmektedirler. Bu da boşanmalara sebep olmaktadır.
Çocuğun Anlamı (The meaning of Children); tarihsel sürek içerisinde çocuk aile içerisinde farklı konumlara yerleştirilmiştir. Orta çağda çocuklar minyatür erişkin konumunda idiler, günümüze kadar ki süreçte kültürel özelliklere göre farlı konumlara yerleştiler. Türkiye’de çocuklar hakkında ki genel görünüm; erkek çocuklarının daha fazla önemsenmesi; ya fazla sorumluluk verilerek yüklenilmesi veya şımartılması, ileride “ana kuzusu koca” sendromu olarak adlandırılan durumu yaşamaları. Kız çocuklarında ise; ikinci planda kalmaları ve erken yaşta evlendirilerek kadın çocuk durumuna sokulmaları
Evebeynliğin Anlamı (The meaning of Parenthood); günümüzde evebeynler sadece çocuğu yetiştirme sorumluluğu ile yükümlü tutulmuyor aynı zamandaçocuğun en yüksek kapasitesine gelmesini sağlamakla da görevlendiriliyorlar. Çocuk tarım döneminde geleceğe yatırım olarak görülürken, sanayi devriminden sonra değeri değişmiş ve ailelerin sahip olmak istedikleri çocuk sayısı azalmıştır.
Evlilik rolleri (marital roles); geçmiş kuşaklarda aile ve an bağı olan kimselerin rolleri belirli iken günüzde bu sınır belirsizleşmeye başlamıştır. Bunun sebevi olark; kadının ev dışında çalışmaya başlaması ve çocuk bakımı için erkekten ve aile büyüklerinden yardım almak zorunda olmasıdır. Kadınınhem dışarıda hem içeride çalışması tüm dünya’da önemli yasal düzenlemelere gidilmesine sebep olmuştur. Bun yala düzenlemelere rağmen alım gücünün az olması ve işsilik gibi sebeplerden ötürü evlilik rollerinde iyileşme yakın zamnda mümkün gözükmemektedir.
Seçenekleri Algılama (perception of Alternetives); kadının dış dünya ile tanışması, ekonomik özgürlüğünü kazanabilmesi ve kendine güvenin artması sonucunda mutsuz evliliği sürdürmek zorunda olmadıklarını anlamaların sebep olmuştur. Bu durum eskiye oranla boşanmamnın seçenk olarak görülmesine yol açmıştır.
Boşanmanın Anlamı (meaninf of deivorce); boşanmaya yüklenen sembolik olarak başarsızlık anlamının değişmesi ile boşanma daha kabul görür hale gelmiştir. Özellikle Türkiye’de boşanmış kadına yüklenen negatif anlamın oldukça azaldığı söylenebilir.
Yasal değişiklikler (Changes in the Law); boşanma yasasının bizzat kendisi sembolik olarak teşvik edici olmuştur. Daha önce zina ve benzeri koşullara sıkıca ğlana boşanmalrada artık bu koşulun aranmaması ve geçimsizliğin boşanma için yeter koşul olarak görülmesi boşanmaların artmasında önemli rol oynamıştır.
Sonuç olrak sembolik etkileşimci yaklaşım evliliklerin boşanma ile sonuçlanmasını sembollerdeki değişime ile açıklamaya çalışmışlardır. Boşanmanın artmasının tek bir nedene bağlı olarak gerçekleşmesi güç olmakla birlikte tüm değişimler hesaba katıldığında boşanmaya itici faktörlerin güçlendiği söylenebilir. Değişimin iyi mi kötü mü olduğu değrlerle ilgilidir ve sembolik etkileşimciler kendilerine bir konum belilemezler. Diğer sosyologlar gibi değişimi incelerler.
Bununla birlikte ailenin çözülmesini engellemek amacıyla politikalar geliştirmeleri istendiğinde sembolik etileşimciler uygulamacı sosyolog kimliği ile bunu rahatlıkla yapabilirler.
Sembolik etkileşimci yaklaşım her türden soyal statünün ailedeki konumuna ilişkin araştırm yapılabilir. Değişen sembollerle ilgili olarak ortya çıkan yeni yaşam biçimleri tek eşli, eşcinsel veya lezbiyen çişer çok zengin bir literatür buluduğu bilinmektedir.
Sembolik etkileşimci yaklaşımın birey üzerinde yoğunlaşmasını aksine işlevselci yaklaşım işleyiş üzerine yoğunlaşır. Yapıyı oluşturan elamanlar olarak; normlar, adetler, gelenekler ve kurumlar analiz edilir. Kökeni pozitivizme ve Aguste Comte’a dayanır. E. Durkheim’e göre toplumdaki parçalar işlevlerini gördüklerinde toplum normal konumdadır. İşlevselciler toplumu organizma olarak görürler ve parçaları bu şekilde incelerler.
İşlevselci yaklaşım bilginin kaynağını deney olarak gören Amprizim’den ve sosyal dünyayı fizik dünya gibi gören pozitivizm’den temellerini oluşturur. Çatışmacı yaklaşım sosyal problemler ve eşitsizlikler üzerinde durmasının aksine işlevselci yaklaşım toplumda istikrar, ahenk bütünlüğünü esas olarak görürler.
Klasik işlevselciliğin biyolojik analoji yaparak bir sosyal evrim kuramına sahip olduğunu da belirtmek gerekir. Çünkü A. Comte ve onun ünlü “Üç Hal Yasası” dahil bazı sosyologlar topluma ve sosyal bilimlere en uygun model olacak bilimin biyoloji olduğunu düşünmüşlerdir. Aslında “Organizmacı” olarak adlandırılan bu modelin temeli, toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak organlar ve onların işleyişidir.
Temel görüşleri paralelinde işlevselciler için aile daima toplumun temeli olarak görülür. Ayrıca toplumdaki değişmelere bağlı olarak aile yapısında da değişmeler olduğu kabul edilir.
İşlevselcilere göre sanayi toplumu ortak bazı değerleri paylaşan vatandaşlardan oluşan bir yapıyı gerektirir. Böylece sanayi toplumunda çekirdek aile, çocukların toplumsallaşması ve erişkinlerin istikrar kazanması gibi iki temel işlevi görmekten sorumlu birim olarak desteklenir.
Daha önce tarımcı aşamada iken sahip olduğumuz ailenin özellikleri önemini kaybetmekte, nereden geldiğimiz, kimlerden olduğumuz sorgulanmamakta ve sanayi toplumundaki başarı ve refahımız için çekirdek aile ideal norm olmaktadır.
Sanayileşme ve kentleşmenin ailenin geleneksel işlevlerini zayıflattığı iddiasında bulunan işlevsel Yaklaşımın sosyolojik araştırmalara nasıl uygulanacağını göstermek üzere ekonomik üretim, çocukların toplumsallaşması, yaşlı ve hasta bakı- mı gibi temel işlevler aracılığıyla konunun tartışılmasında yarar vardır
Ekonomik Üretim (Economic Production): Sanayi öncesi dönemde aile ekonomik bir ekipti. sanayileşme ile ev ve işyeri ayrımı orta çıkınca daha önce aynı ekip içinde oldukça sıkı olan aile bağları da zayışamaya başladı.
Çocukların Toplumsallaşması (Socialization of Children): Genişölçekte ortaya çıkan ekonomik değişmeler karşısında diğer güçlenen bir kurum olarak devlet, çocukları eğitmek gibi ailenin pek çok işlevlerini üstlenmeye başladı.
Yaşlı ve Hasta Bakımı (Care of Sick and Elderly): Çeşitlenen derecelerde imkânlar sağlayarak sorumluluk üstlenen organizasyonlar çoğalmıştır. Türkiye’de de yaşlıların ailede bakımı yerine, giderek artan ölçüde yaşlı/huzur/dinlenme evi seçenekleri özellikle kentlerde kamusal veya özel olarak sağlanır hale gelmiştir.
Eğlenme/Dinlenme (Recreation): Ailelerin gelir düzeyi yükseldikçe ev yerine eğlenme ve dinlenme için başka mekânlara gitme oranı da artmıştır. Eğlence satınalınan bir hizmet olmuştur.
Üyelerin Cinsel Denetimi (Sexual Control of Members): Geleneksel olarak cinsel ilişki sadece evlilikte meşru görülürken, bu eğilimde de eskiye göre oldukça fazla zayışama baş göstermeye başlamıştır. Özellikle sanayi toplumlarında “cinsel devrim” olarak adlandırılan değişmeler evlilik dışı cinsel iliş- ki seçeneklerine yol açmıştır.
Üreme/Çoğalma (Reproduction): Yüzeysel olarak bakıldığında ailenin işlevleri arasında dokunulmayan tek konu çocuk sahibi olmadır.
İşlevselcilerin aileye bakışı da onun toplumun diğer kısımlarıyla olan ilişkisi üzerinde odaklanır.
Sonuç olarak işlevselci Yaklaşımdan hareketle aile yapısındaki değişmeler çeşitli ampirik araştırmalar yapılarak, surveyler sonucu elde edilen istatistiksel veriler karşılaştırılarak incelenebilir. Birey temelli mikro analizler yerine, makro veya orta ölçekteki yapısal araştırmalar bu yaklaşım için daha uygundur. Değişmeyi ortaya koyan çocuk sayısında düşme, evlenme yaşı, boşanma oranı, yoksulluk, konut/barınma ve yüksek kiralar, işsizlik, enşasyon, hastalık, mevsimlik iş ve göç oranları konularında araştırmalar yaparlar. Ayrıca evsizlik (homelessness) oranındaki artışların aile yapısını nasıl etkilediğini araştırmak çok önemsenir. Evsizlerin iş bu- lamaması ve aile kuramamaları yüzünden sosyal yardımlara başvurmaları gelişmiş sanayi toplumlarının çözüm bekleyen en önemli sorunları arasındadır.
Son olarak 1960’lardan bu yana aile konusunda ortaya çıkan bir diğer yaklaşımdan söz etmek mümkündür. Bu yaklaşımın ilk bakışta sosyolojinin içinde yer alması garip görünse de geniş bir çerçevede mümkün görünmektedir.
Aile ilişkileri işlevsel olmak bir yana bunaltıcı ve işlevsel olmayan hale dönüşmekteydi. Radikal psikiyatrların görüşleri işlevselcilerin aile hakkındaki olumlu görüşlerine eleştiri getirmeleri açısından tarihsel öneme sahiptir.
Sosyal bilimlerde Çatışmacı yaklaşım ve kuramlar, toplumdaki gruplar ve sınışar arasındaki sosyal, siyasi ve maddi eşitsizlikler üzerinde vurgu yaparak mevcut sosyopolitik sistemi eleştirirler
Çatışma kuramı çoğu zaman Marksizm ile birlikte düşünülür. Marx’ın felsefesi “Diyalektik Materyalizm” (Dialectical Materialism) olarak anılırken; sosyolojisine “Tarihsel Maddecilik” (Historical Materialism) denilir.
Karl Marx Avrupa’yı dönüştüren Sanayi Devrimini gözleyerek çatışma kuramını geliştirmiştir. Modern çatışma kuramının kurucusu C.W. Mills’e göre, ilk aşamada sosyal yapılar birbiriyle çıkar ve kıt kaynaklar için çatışan insanlar aracılığıyla yaratılır. Daha sonraki aşamada ise çıkar ve kaynaklar, insanlar tarafından yaratılan yapının yücel- tilerek “şeyleştirilmesi”nden (reification) toplumdaki güç ve kaynakların eşitsiz dağılımından etkilenir.
Günümüzde Marksist olmayan çatışma kuramcıları da bulunmaktadır. Örneğin, bunlardan biri olarak Ralf Dahrendorf çatışmanın “otorite” içeren her ilişkide söz konusu olabileceğini savunur. Meşru olan güç (power) olarak tanımlanan otorite (Weber, 1964) toplumun her kesiminde, ister küçük bir grup ister bir organizasyon ya da geniş toplum olsun her düzeyde bulunur. Otorite konumunda bulunanların diğerlerinde kendisine uymayı beklemesine karşılık diğerleri buna direnirler.
Yapısal işlevselcilik gibi Çatışmacı Yaklaşımda modern ve makro bir yaklaşım olarak benzer bazı özelliklere sahiptir. Çünkü Çatışmacı Yaklaşıma temel oluşturan Marksizm de yapısalcı bir kuramdır.
Marksizme göre toplumlarda biri “alt -yapı “(infra structure) diğeri ise “üst-yapı”(super structure) olmak üzere ikili bir model bulunur. Bu bağlamda ekonomik alt yapı (kapitalizm) istisnasız diğer tüm üst yapı kurumları gibi aileyi de belirler. Bu bağlamda çekirdek aile hareket etmek bir yana, kuşaklar boyunca kapitalizmin tuzağına düşmüştür. Kapitalizmin ideolojik koşullama aracı olarak aile, kapitalizmin yeniden üretilmesinde kullanılır. Gençlerin tüketim çılgınlığı içinde olmaları, kapitalizm tarafından iştah açıcı bir piyasa olarak görülmeleri de aileye olan ilgiyi arttırmaktadır. Çünkü söz konusu gençliği sağlayan kaynak ailedir.
Çatışmacı kuram boşanmaya aile içindeki eşitsizliklerden kaynaklandığını söylerler. Kadınların bir erkekden diğerine geçtiğini (babadan kocaya) savunurlar
Sonuç olarak Çatışmacı Yaklaşım makro düzeyde ve çoğu zaman tarihsel karşılaştırmalar yaparak aile konusunda incelemeler yapar. Problem edindikleri konu- ların başında sınıf mücadelesi ve güçlü sınışarın işsizliğe ve evsizliğe nasıl baktığı gelir. Örneğin, Amerika’da Afrika kökenlilerin neden daha fazla işsiz olduğunu sorgular, hükümet politikalarını eleştirirler.
Türkiye’de de Osmanlı Aile Yapısı ile günümüzdeki aile yapısını karşılaştırmak, devletin aile politikalarındaki değişmeleri tarihsel olarak değerlendirmek, aile konusundaki yasal değişmeleri araştırarak eşitsizliklerin ne ölçüde ortadan kalktığını veya sürdürüldüğünü göstermek, geleneksel kültür ve modern toplumsal yapı arasında olduğu kadar kadın-erkek mücadelesini tarihsel olarak incelemekte Çatışmacı Yaklaşım kullanılabilir
İlk olarak Feminizm hem işlevselcilerin olumlu görüşlerini hem de Çatışmacıların görüşlerine eleştirel bakar. Bu eleştirinin altında tek fakat önem- li bir neden yatar ki o da erkek egemenliği demek olan “ataerkilliktir” (pat- riarchy).
Tüm Feminist kuramlar aileyi ataerkil bir kurum olarak görürler, bu konuda aralarında oldukça önemsiz farklar bulunur.
Aileyi ataerkil olarak görmek ise oldukça kapsamlıdır. Onlara göre bu yaklaşım toplumsal cinsiyet farklılıklarını görmezden gelmektir. Oysa tüm ev işleri ve çocukların yetişmesinden sorumlu olan kişi kadındır. Kadının temel rolü üreme ve çocuk yetiştiriciliktir. Her ne kadar artık birçok ülkede kadın ev dışında çalışmaya başlasa da Feministlere göre, bu kadının iki kez sömürülmesi ve baskılanmasıdır.
işlevselcilerin toplumsal cinsiyet rollerinin doğal ve değişmez olarak görmelerini sorgularlar. Feministlere göre toplumsal cinsiyet rolleri kültürel olarak öğrenilerek akta- rılırlar ve bu yüzden değiştirilebilirler.
Feministler, Marksist aile görüşlerini de toplumsal cinsiyete kapalı ya da görmezden gelen tutumları yüzünden eleştirirler.
Feministler erkek egemenliğinin kapitalizmin bir sonucu veya özel mülkiyeti koruyan kapitalizmin yol açtığı bir durum olarak görürlerse de bu konu tartışmalıdır.
Marksist feministlere göre ev kadını rolünde kadınlar, eşlerinin ücretli işçi olarak rollerini en iyi şekilde yerine getirmek için duyduklarıgereksinmleri de karşılamaya çalışırlar.
Radikal feministler ataerkilliği kültürün bir sonucu olarak görürler. Ataerkillik demek, kadın rollerini doğal ve karma olarak görerek aile aracılığıyla kültürel olarak aktarılmasına yardımcı olmak demektir.
Sonuç olarak çok sayıda radikal feminizm olmasına rağmen onları diğer feminizmlerden ayıran iki temel özellik vardır. Bunlardan ilki kadınlar tarafından kadınlar için geliştirilmiş olmasıdır. Bu yüzden mevcut yaklaşımlar ve gündem ile uzlaşmaya gereksinim duymazlar. Diğer kuramlar örneğin Marksizm’in uyarlamasının yerine, yenilikçi olma eğilimindedirler. ikinci temel özellikleri, kadınların bas- kı görmesini, hükmetmenin en evrensel ve en temel biçimi olarak görmeleridir. Toplum kapitalist olmaktan çok ataerkil veya erkek egemen olarak görülür. Ayrıca kadını erkeklerden farklı çıkarlara sahip olarak görürler.
Liberal Feminizmin iki temel savından biri “erkekle eşitlik” diğeri ise, “kadının özgürlüğü” dür. Onlar için kamusal alanda çalışmak çok önemlidir. Çalışma yaşamında eşitlik, aile yaşamında eşitlik ve son olarak sosyal hayatta eşitlik sağlanmalıdır. Aile içindeki geleneksel işbölümü kadının çalışmasının en büyük engelidir.
Liberal Feminizm aslında bilimsel bir yaklaşımdan çok politik özellikler taşır. Ataerkil yapının nasıl ortaya çıktığı veya ne olduğuyla ilgilenmek yerine nasıl ol- ması gerektiğini sorgular.
Kamusal ve özel alan kavramlarını özellikle vurgulayan sosyalist feministler, radikal feministlerden farklı olarak ataerkillik yerine kapitalizm üzerine eğilimleriyle dikkat çekerler. Üretimin toplumsallaşması, ailedeki yeniden üretime gereksinim bırakmayacak ve ailenin önemi azalacaktır
Postmodern ve postyapısalcı görüşlerin etkisiyle bazı feministler kadının sosyal konumunda ortaya çıkan yeni değişikliklere işaret ederler. Aslında sınıf, etniklik, yaş ve din gibi faktörlere bağlı olarak her kadının toplumda aynı konumda olmadığı bilinen bir şeydir. Ancak yeni ve farklı olan, eşcinsel ve lezbiyenlerin de artık aile kurma taleplerinde bulunmalarıdır. Diğer bir ifade ile “Özcülüğün” (essentialism) değişmez, doğal, tek bir kadınlık rolü olduğunu iddialarına karşı, farklı femi nizmler durumun hiç de öyle olmadığını iddia ederler. Sonuç olarak, kadının ailedeki rolünün sürekli değişmeye açık olduğu tartışmaların odak noktasıdır.
Sosyolojide son yıllarda önem kazanan postmodernizmin henüz aile sosyolojisi literatüründe çok fazla etkisi bulunduğundan söz edilemez. Modernizmin romantik ideallerinin toplumsal sorunları çözememiş olması, ekonomik gelişmelere rağmen toplumsal refahın yaygınlaşamamış olması, çok sayıda çocuğun yoksulluk ve sefalet içinde doğması ve büyümesi eleştirilerin temel kaynağıdır. Ayrıca postmodern ailelerin iki önemli özelliğinden biri, çocukların ebeveynleri dışındaki kişiler tarafından büyütülmesi iken, diğeri ise çocukların sosyalizasyonunda televizyonun çok önemli rol oynar hale gelmesidir.
Yıl | 2001 | 2002 | 2003 | 2004 | 2005 | 2006 | 2007 | 2008 | 2009 | 2010 |
Boşanma | 91.994 | 95.323 | 92.637 | 91.022 | 95.895 | 93.489 | 94.219 | 99.663 | 114.162 | 118.568 |
Evlenme | 544.322 | 510.155 | 565.468 | 615.357 | 641.241 | 636.212 | 638.311 | 641.973 | 591.742 | 582.715 |