Gelişmiş ülkelerde ekofeminist bakış açısı aile, kadın, doğa ilişkisinin temelini üç farklı biçimde açıklar. Birincisi kadın, doğa ilişkisindeki ikili sömürünün temelleri kadının psiko-biyolojisinde bulunmaktadır. İkincisi kadın-doğa ilişkisinin temelleri ataerkillik tarafından tarihsel ve toplumsal süreçler içinde oluşturulmuştur. üçüncüsü ise kadın-doğa ilişkisinin temelleri ve ikili sömürüsü kadının biyolojik özelliklerinden kaynaklanmakla birlikte, tarihsel ve toplumsal süreçler içinde oluşturulmuştur.
Ekofeministler kadın sorunlarıyla çevre sorunları arasında ilişki kurarlar. Çevre sorunlarını kadın sorunları ve kadınların kurban edilmesi olarak görürler. Çünkü kadınlar zehirli atıklar ve kirlilik nedeniyle hastalanırlar aç kalırlar, kıtlık ve kuraklık yaşarlar, ölürler, doğurganlıkları tehdit altındadır. Üstelik kadınlar ne kadar mağdur olurlarsa olsunlar çocukların hastaların ve yaşlıların bakım ve desteklenmesinden sorumludur.
Ekofeminizm içindeki birinci ayrım, kadınların erkeklerden farklı psikolojik ve biyolojik özelikleri olduğunun vurgulanmasıdır. Kadın ve doğa arasında kurulan yakınlığın temelinde, kadın psikolojisi ve biyolojisinin farklılığı bulunmaktadır. ikinci ayrım içinde yer alan ekofeministler kadın-doğa yakınlığının ataerkillik tarafından tarihsel ve toplumsal süreçlerde oluşturduğunu savunurlar. üçüncü ayrımsa her iki yaklaşımdaki temel zıtlıklar arasında köprü oluşturmaya çalışılmasıdır.
Kadının Psikobiyolojik Özellikleri, Tinsellik ve Ataerkillik;
Ekofeminizm içinde yer alan bu bakış açısına göre kadınların kendilerine özgü şefkat, fedakarlık, şiddet, karşıtlığı, dayanışma, duygusallık, tinselliğe önem verme gibi psikolojik özellikleri ve yaşam üretme kapasiteleri, ataerkillik tarafından doğa ile özdeşleştirilerek her ikisi de tahakküm altına alınmıştır. Kadınlara ait olarak ele alınan şefkat, fedakarlık ve duygusallık gibi özellikler, kadının aile içerisinde taşı¬ması gereken nitelikleri olarak ele alınır.
Doğum, ölüm, yaşam, tinsellik birbirlerinden ayrı kavramlar değildir. Bir bütün oluştururlar. İnsan dışındaki varlıklar, hatta yeryüzü, gökyüzü, toprak gibi cansız olarak kabul edilen varlıklar da bu bütünün bir parçasıdır. Cansız ve ‘sessiz’ kabul edilen yeryüzü, bu bütünün bir parçasıdır ve fiziksel, tinsel, zihinsel, duygusal, dişi bir varlıktır. Dünya bizim Annemiz, Büyükannemizdir. Dünya varlığını, yaşam verdiği hayvanlar, bitkiler, ürettiği mineraller, mevsimler ve meteorolojik görüntülerle ifade eder. Yeryüzü, doğa sessiz değildir. Bunu anlamak için yalnızca bakmak ve dinlemek yeterli olacaktır
Kadın-Doğa İlişkisinin Maddi Temelleri, İdeolojik Yapılanma ve Toplumsal Süreçler;
Bu yaklaşımı benimseyen Ekofeministler, kadın-doğa yakınlığında, kadınların er-keklerden farklı biyolojik ve psikolojik özellikleri olduğunu kabul etmezler. Kadın ve doğanın ikili sömürüsünün maddi temellerini ortaya koyabilmek için ideolojik yapılanmaları ve toplumsal süreçleri incelerler. Kadının psiko-biyolojik özellikleri¬ne vurgu yapan Ekofeministlerin geleneksel cinsiyet rollerini pekiştirici yaklaşımlarını eleştirirler. Bu ayrımda yer alan Ekofeministlerin yeryüzü tinselliği, tanrıça tapınması arayışları Ekofeminizmi irrasyonalite kaynağı haline getirmektedir. Böylece demokrasi; aklı, doğayı bilimsel olarak anlamanın getirdiği özgürlük göz ardı edilmektedir. Ayrıca kadın ve doğanın ikili sömürünün kaynağını, Batı kültüründe görmek, kadınların bu kültürel mirasın dışında kalmasını kabul etmek anlamına gelmektedir. Üstelik Ekofeminizmin doğum, besleme, çocuk ve yaşlıların bakımına önem vermesi tehlikelidir. Çünkü; geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini ve kalıplarını pekiştirir. Bu kalıplar kadınları, potansiyellerini tam olarak gerçekleştirmeye çalışan varlıklar olarak değil, yalnızca besleyen, büyüten varlıklar olarak dondurur.
İkinci ayrımda yer alan Ekofeministlere göre, Batı düşünce geleneğinde ve Feminizmde kullanılan ikili mantık, diğer bir deyişle insan doğa, kadın erkek ilişkisinin birbirinin zıttı İkililer olarak algılanması pek çok soruna neden olmaktadır. Sorunların altında yatan en önemli neden insan kimliğinin doğanın dışında yapılandırılmasıdır.
Biyolojik Farklılıklar ve Toplumsal Süreçler
Mellor’a (1992: 251-254) göre, ataerkil iş bölümü, toplumda kadınlara, insan varoluşunun temel şartlarını yaratma sorumluluğunu yüklediğini, kadınların erkeklerle ve birbirleriyle olan ilişkilerinin ırk, sınıf ve kültürlere göre değiştiğini, ancak kadınlara yüklenen bu temel sorumlulukların ortak kadın deneyimini oluşturduğunu söyler. Kadın işleri hem bireylerin, hem de toplumun var olması için gereklidir, para kazanmak için yapılmaz. Kadın işlerine insan yaşamının anlam kazanması için ihtiyaç vardır. Bu işler sağlık, yiyecek ve sevgi için asgari standartları sağlar. Kadın işlerini mutlaka kadınların yapmasını gerektiren bir içgüdü yoktur. Yalnızca işleri herhangi birinin yapması toplumun bütününün devamı için gereklidir. Kadınların toplumsal yaşamdaki birincil sorumlulukları, biyolojilerinde genetik olarak saklı değildir. Kadınlar yaşam verir ve besler ancak, kadınların yaşam verme kapasitesi toplumsal bağlamdan öylesine etkilenir ki kadınların ‘doğal’ olarak fedakar, sevgi dolu ve destekleyici olup olmadığı konusu tartışmaya açılmaz. Biyoloji gerçektir ama, değiştirilemez kader değildir. Kadınlar doğurur ama, bunu çok farklı toplumsal bağlamlarda, farklı tutum ve sonuçlarla yaparlar. Ayrıca erkeklerin tümü kadın işlerinden kaçmaz. Önemli olan şey, erkek egemen toplumda, böyle bir durumu varsayan bir dünyanın yaratılmasıdır.
Kültürde kadının doğayla ilişkilendirilmesine evrenseldir, ne de tarihsel olarak homojendir. Hıristiyanlık düşüncesinde ka¬dın ve doğa imajının ilişkilendirilerek kötülenmesinde, bir ‘kadın’ olan Havva’nın bir ‘erkeğe, Adem’e, İyi ve Kötünün Bilgisi Ağacından meyve koparmayı öğretmesiyle başlar. Ancak iyi bir sonuç yerine, her ikisi de bahçeden kovulur ve çöle sürülür. Cennetten kovulma bir kadın yüzünden olmuştur. Erkekler yeryüzünde alınlarında ter akarak yiyecek üretmek zorundadır. Burada kadınlar sonu kötü biten bir eylemin baş oyuncusudur. Sonuç, başlangıçtakinden daha kötü olan doğa şartlarında yaşamaya mahkum edilmek olmuştur. Kadının nihai değeri kötüdür. Doğanın nihai değeri kötüdür (kaotik, düzensiz ve karanlık). Erkekler burada cennete dönüşü sağlayacak olan kişiler haline gelmiştir. Erkekler, yeryüzünde tarıma dayalı emekleriyle kayıp cenneti yeniden oluşturacak olan kurtarıcılardır. Cennete dönüşüp alt basamağa dayanır: Hıristiyanlık dini, modern bilim ve kapitalizm. Yaradılış hikayesindeki kovulma başlangıcı, bilim ve kapitalizm orta kısmı, bahçenin ele geçirilmesiyle sonu oluşturur.
16 ve 17.yüzyıllarda, modern Avrupalılar Hristiyan Cennete Dönüş projesine Aydınlanma söylencesini yaratmak için iki öğe daha eklemişlerdir: mekanik bilimler ve laissez faire kapitalizm. Mekanik bilimler yeryüzünde bahçenin yaratılması için araçsal bilgiyi sağlar, Bacon, Descarte, Newton projesi doğaya boyun eğdirme ve tahakküm altına almada teknolojinin gücüne, matematiksel kanunların kesinliğine ve tek bir açıklama çerçevesinde doğa kanunlarının birleştirilmesine dayanır.
Ekofeministler, yeni bir din önermeseler bile yeni bir etik anlayış, ‘ortaklık etiği’ önererek birinci ayrımda yer alan Ekofeministlere daha yakın dururlar.
Gelişmiş Ülkelerde Ekofeminizme Yöneltilen Eleştiriler;
Agarwal ise gelişmiş ülkelerdeki Ekofeminizmi beş noktada eleştirir:
•Kadınları tek bir kategori olarak konumlandırır, kadınlar arasında sınıf, ırk, etnik köken ve bunun gibi farklılıkları görmez. Böylece kadınların konumlarının çözümlenmesinde etkili olan toplumsal cinsiyet dışındaki diğer tahakküm formlarını göz ardı eder.
•Kadınların ve doğanın tahakküm altına alınmasını yalnızca ideolojide ko-numlandırır. Böylece bu tahakkümün bağlantılı olduğu ekonomik avantaj ve politik güç gibi maddi kaynakları ihmal eder.
•İdeolojik yapılanma alanındaysa bu yapılanmanın üretildiği ve dönüştürül-düğü toplumsal, ekonomik ve politik yapılar hakkında çok az şey söyler. Toplumsal cinsiyet, sınıf, ve bunun gibi yapılar üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda ideolojik değişimler oluşturabilen ve bu değişimleri sabitle- yebilen baskı gruplarının kullandıkları araçlar konusuna değinmez.
•Ekofeminist bakış açısı, kadınların doğayla olan maddi ilişkilerini, kendilerinin ve karşıt konumda olan diğerlerinin bu ilişkiyi, nasıl düşündüklerini dikkate almaz.
•Ekofeminizm kadın-doğa bağlantısını bir çeşit özcülüğü bağlar. Diğer bir deyişle, kadın-doğa bağlantısını değiştirelemez ve değişmez bir dişi öz anlayışı olarak görür. Bu çeşit bir formülasyon doğa, kültür, toplumsal cinsiyet gibi kavramların tarihsel ve toplumsal olarak yapılandırılması, farklı kültürler ve zamanlarda farklılık göstermesiyle ilgili geniş bulgular karşısında anlamını yitirir.
Gelişmekte olan ülkelerde, aile içinde kadın ve doğa ilişkisinin temellerini, ataerkilliğin her ikisi arasında kurduğu bağ oluştursa da, bu ikilinin birlikte sömürülmesinin nedeni gelişmekte olan ülkelere dayatılan batı tarzı ekonomik kalkınma modelleridir.
III. Dünya ülkelerinde Ekofeminizm yoğunlukla Batı tarzı ekonomik kalkınmanın kadın ve doğa üzerindeki etkisiyle, III. Dünya ülkelerine dayatılan Kalkınmada Kadın projelerinin bu ülkelerdeki olumsuz etkileri üzerine odaklanır. Örneğin; Vandana Shiva, Batı tarzı ilerlemeyi, kalkınma yoluyla sömürgeciliğin devamı ve Batı tarzı ataerkilliğin dayatılması olarak çözümler.
Asya dini geleneğini Hıristiyanlıkla karşılaştıran Shiva (1994: 38-47), Hint kozmolojisinde dişi ilkenin yaşam verici ve besleyici olarak tamamlayıcı bir öğe olduğunu söyler. Erkek doğadan koparılmamıştır ama karşılıklı bağımlılık ve ortaklık bağlamında birbirlerini tamamlar.
III. Dünya ülkelerinde doğanın kötü kullanımı, kadınların marjinalleştirilmesi ve kötü kullanımıyla el ele gider. Ekonomik kalkınmada üretkenlik endüstrileşme ve kapitalist büyüme için doğal kaynakların yararlı hale getirilmesi anlamına gelirken III.Dünya kadınları için, üretkenlik yaşamı üretme ve sürdürülmesini sağlama anlamına gelir. Yaşamın üreticisi olarak kadının ve doğanın maddi temellerini yok etmenin sonuçlarından ilki, kalkınmanın yanlış kalkınma süreci haline gelmesidir.
Shiva’nın III. Dünya ülkelerinde Batı tarzı kalkınmanın kadın ve doğa üzerindeki etkilerini inceleyen çalışması üç noktada eleştirilir: Birincisi, Shiva’nın kırsal kadın örneği, esas olarak Kuzey Batı Hindistan’dan gelmektedir. Bu genelleme III. dünya kadınlarını tek bir kategori altında toplar ve farklı sınıflardan, kastlardan, ırklardan, ekolojik bölgelerden olan kadınların özelliklerini göz ardı eder. İkinci olarak Hindistan’da toplumsal cinsiyet ve doğanın ideolojik yapılandırılmasının hangi somut süreçler ve kurumlar vasıtasıyla olduğunu göstermez; etnik ve dini farklılıkların birlikte yaşamalarını ve çeşitliliklerini göz ardı eder. Son olarak III. Dünya ülkelerine dayatılan sömürgecilik deneyimi ve modern kalkınma çeşitlerinin ekonomik, kurumsal ve kültürel olarak yıkıcı olmasına rağmen, bu ülkelerde Batı tarzı kalkınmadan önce mevcut olan ekonomik ve toplumsal eşitsizlikleri göz ardı eder.
Zein-El Abdin Shiva’yı, Batı tarzı kalkınmanın dayatılmasıyla dişi ilkenin kaybı, bu ilkenin daha sürdürülebilir bir biçimde kalkınmaya dönüşümünde kilit konumda olduğunu söylemesi ve kadınlara ekolojik liderlik sorumluluğunu yüklemesini eleştirir.
*Ailede toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü, kırda kadının doğayla doğrudan ilişki içine girmesine neden olur.
*Kadının biyolojik üreme ve besleme gücünden kaynaklanan, kadın bedenini doğayla ilişkilendiren ataerkil ideolojinin ötesinde, kırda kadının doğayla olan ilişkisi maddi temellere dayanmaktadır.
*Aileyi beslemek için bitki ve hayvani gıdaları toplamak, pazar için tarım ürünleri üretmek, yemek pişirebilmek için yakacak toplamak, kuyudan ya da kaynaktan su taşımak kırsal kesimde kadının günlük *işleri arasında yer almaktadır.
*III. Dünya ülkelerinde Batı tarzı kalkınma modeli ve milli ekonomilerin gereksinimleri kırsal kadının doğayla olan maddi ilişkisini önemli ölçüde değiştirmektedir.
*Dünyanın bir çok yerinde kırsal kadının toprağa girişi engellenmekte, kadın, yerel ekolojik bilgisini kullanamamaktadır.
*Toprakla bağlantısı kopan kadınlar ya kentlere, ya da aileleriyle birlikte ormanlık alanları tarım arazisine çevirmek için, ormanlık alanların bulunduğu yerlere göç etmektedir.
*Toplayıcılık ve bahçe yetiştiriciliği, geleneksel olarak kadın işidir. Bahçe yetiştiriciliğinden tarıma geçişte, kadınların yetiştirilen ürün üzerindeki kontrolü zamanla yok olmuştur. Tarım geniş alanlarda, saban kullanımı, sulama ve gübreleme gibi uygulamaları da içermektedir. Bahçe yetiştiriciliğinden tarıma geçişte kadınların neden tarım ürünleri üzerindeki kontrollerinin kaybolduğu konusunda fiziksel güç gerektiren saban kullanımından, kadınların çocuk doğurma nedeniyle tarım teknolojilerinin kullanımlarında geri kalmalarına kadar bir dizi farklı görüş ileri sürülmüştür.
*Dünyanın pek çok yerinde tarımsal üretim erkek kontrolünde olmasına rağmen, kadın emeği yoğun olarak kullanılmaktadır.
*Toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümüne göre yetiştirilen ürünler, Erkek ürünleri ve Kadın ürünleri olarak ikiye ayrılır. Erkekler yiyecek olarak kullanılmayan endüstriyel ürünleri, tahılı, ağaçları ya da kahve, çay, şeker, tütün gibi ürünleri pazar için yetiştirirken kadınlar daha çok sebze ve kökleri ailenin yiyeceği için, fazlasını bölge pazarında satmak için yetiştirirler.
*Ürünlerin yetiştirilmesinde harcanan emeğin büyük çoğunluğunu kadın emeği oluşturur.
*Erkekler de tarlada çalışmakla birlikte çoğunlukla nereye, ne kadar bitki ekileceğine, kadın emeğinin nasıl kullanılacağına, ürünün pazarlama ve dağıtımına erkekler karar verir.
*Hükumet politikaları ihracata yönelik ürünlerin yetiştirilmesi konusunda bilgilendirme, eğitim ve gerekli krediyi sağlamada erkeklere yöneliktir.
*Hayvancılıkta hem kadın hem erkek emeği kullanılmakla birlikte, kadınlar düzenli olarak ev tüketimi ve yerel pazarlarda satmak üzere tavuk, ördek, domuz, koyun, keçi, inek yetiştirirler. Hayvancılıkta kadın işleri ve erkek işlerinin ayrılması devam eder. Kadınlar süt sağma, sürü gütme, yumurta toplama ve besleme gibi işleri üstlenirken erkekler, hayvanların kesimi, alım ve satım işlerini üstlenirler.
*Barajlar gibi bazı projelerin uygulanması yaya olan kadınların pazar hareketlerini kısıtlarken, erkek egemenliğindeki taşımacılığın hareketliliğini arttırır.
*Kadın emeği ve ekolojik bilgisini dikkate almayan kalkınma projeleri başarısızlığa uğramaktadır. Örneğin; Malawi’de soya fasulyesinin ekimi için erkeklere eğitim verilirken kadınlara yalnızca, soya fasulyesinin pişirilmesiyle ilgili yemek tarifleri verilmiştir.
*Erkek emeğinin yokluğu tarımda yardımcı olmak üzere daha çok çocuk doğurmak için bahane haline gelirken kız çocukların kardeşlerine bakabilmek için okulu terk etmelerine ve geleneksel kadın rollerinin pekişmesine neden olmuştur.
*Kentte kadının ailedeki rolü nedeniyle doğayla ilişkisi dolaylı yoldan gerçekleşmektedir.
*Kadını doğayla ilişkilendirilerek kadın işinin ve kadınsı değerlerin ikincil konumu kentte de devam etmektedir.
*Kent, Batı felsefesinde insan/doğa, kültür/doğa, erkek/kadın, düzen/kaos, akıl/duygu gibi karşıtlıkların doğa üzerinde somutlaştırıldığı bir mekandır.
*İnsan merkezci bakış açısından kaosla ilişkilendirilen doğa, rastgelelik ve düzensizlik alanıdır.
*Toprağın, hayvanların ve vahşi bitkilerin varoluş şartları düzenlenerek, binalar, yollar, kanalizasyon sistemleri, alış veriş mekanları, parklar ve diğer düzenlemelerle doğa, insan yapımı bir çevreye dönüştürülür.
*Kenti çevreleyen ve kısmi olarak düzenlenmiş doğa parçaları olan tarım arazileri, kentle düzenlenmemiş doğa arasında bir koridor oluşturur.
*Modern kent, kentin kendisinden daha farklı bir alan olsa da her ikisinin ortak noktaları insan/doğa, kültür/doğa, düzen/kaos, kültür/doğa temel karşıtlıklarını bünyelerinde barındırmalarıdır.
*Hane bazında kentsel problemler hane ve insan sağlığıyla ilgilidir.
*Ev atıklarının toplanması, hava-su-gürültü kirliliği ve salgın hastalıklar. Topluluk bazında kentsel problemler, toplanan atıkların depolanması, toprak kirliliği, yetersiz ve uygun olmayan teknolojinin kullanımı ve sel, fırtına gibi doğal afetlerdir.
*Kent bazında kentsel problemler, trafik yoğunluğu, tarihi mirasın kayboluşu, bina değerlerinin ve mülkiyetinin kısıtlanması, yetersiz vergi gelirleri, yeterli hukuki düzenlemelerin olmayışı, aşırı kalabalık, yanlış ve yetersiz kent yönetimi uygulamaları, elektrik tüketiminde kayıplar, hava-su-toprak ve gürültü kirliliği, tarım alanlarının yok olması ve çölleşmesi, zehirli atıkların depolanması, sel, su basması, kazalar ve diğer felaketlerdir.
*Bölgesel Ulusal bazda kentsel problemler, deniz kirliliği, bitki örtüsünün kaybı, bioçeşitliliğin kaybı ve bazı türlerin neslinin tükenmesi, toprak erozyonu, artan tuzluluk, asit yağmurları, toprak temizleme ve orman kayıplarıyla küresel ısınma ve iklim değişiklikleri olarak tanımlanırlar.
Temizlik ve Hijyen;
*Kadınların kentsel alandaki doğa unsurlarının yok edilmesinde hemşehri olarak ve ev içi iş bölümünde pisliklerin temizlenmesinden sorumlu kişi olarak önemli bir rolü vardır. Hijyen bu ‘görünmeyen’ doğa unsurlarının yok edilmesini içerir.
*Modern bilimin bir kavramı olan hijyenin insan sağlığı için çok önemli olduğu varsayılır. Evde hijyen kadının ev içi emeğiyle sağlanır. Çocukların hastalık nedeni sayılan unsurlardan arındırılmış bir ortamda büyüyebilmeleri için gerçekleştirilen hijyen, doğanın kadın eliyle yok edilmesinin bir başka örneğidir.
*Temizlik bir nesneyi kullanım ya da yeniden kullanım için hazır hale getirmektir. Hijyense temizlik sırasında bütün görünmeyen elementlerin yok edilmesini öngörür.
Beslenme;
*Kırsal alanda doğayla doğrudan kurulan ilişki vasıtasıyla yiyecek sağlama ve yiyecek üretme aktiviteleri, kentsel alanda mutfakta yemek pişirmeyle sınırlandırılır. Ev içi iş bölümünde kadının yiyecek sağlayıcı rolü nedeniyle kentte hem kadınlar, hem de hayvanlar yiyecek hazırlama ve yiyecek olarak hazırlanmak üzere evcilleştirilirler.
*Ekofeminist yazarlara göre et yeme ve hayvanları ete indirgeme ne doğal ne de tarafsızdır.
*Adams’a göre, beslenme alışkanlıkları, sınıf farklılıkları ile ataerkil farklılıkların bir göstergesidir. Ataerkil kültürlerde kadınlar ve ikinci sınıf insanlar, ikinci sınıf yiyecekler olarak kabul edilen sebze, meyve ve tahılla beslenirler. Et yemedeki cinsiyetçiliğin sınıf farklılıklarıyla birleşmesi, etin eril bir yiyecek olduğu ve et yemenin erkekçe bir iş olduğu mitinde özetlenir.
*Et yeme, kadınların ve hayvanların tüketilebilecek nesneler olduğu düşüncesine dayanan inanç sistemine göre oluşan tüketim hiyerarşisinde erkeklerin en üst noktadaki yerlerini almalarını sağlarlar.
*Gruen’a göre kıtlık zamanlarında kadınlar açlık çekerken ya da yetersiz beslenirken, et erkekler tarafından yenilir.
* Adams, insanın da diğer hayvanlar gibi yırtıcı olduğu düşüncesinin siyasetin doğallaştırılmasının bir örneği olduğunu söyler.
*Gelişmiş ülkelerdeki fabrika çiftlikler, diğer hayvan türlerinin yok edilerek yalnızca yiyecek olarak pazarlanabilecek bir kaç türün çoğalmasına izin verirler. Hayvan çiftliklerinde yetiştirilen hayvanların etlerinin pazarlarda alınıp satılması, bu hayvanların acılarını gözlerden saklar, görünmez kılar. Öldürme işlemi sırasında insanla hayvan arasındaki ilişki kesilir. Kadın psikolojisinde var olduğu iddia edilen şefkatin, bu görünmezlik nedeniyle marketlerde et olarak paketlenmiş hayvanları da içine almasına izin vermez.
Hasta, Çocuk ve Yaşlıların Bakım, Şefkat;
*Toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü kadınları hem kır hem de kentte hasta, çocuk ve yaşlıların bakımlarından sorumlu tutar.
*Kadınlar adet dönemi, hamilelik, doğurma, süt verme gibi biyolojik döngülerinden dolayı erke¬ğin egemenliğinde olan kutsal alandan dışlanırken erkek, kendi bedeninden çıkan kokular, akanlar ve arzu edilmeyen beden atıklarıyla ilgisi yokmuş gibi davranma ayrıcalığına sahiptir.
*Kırda sorun olmayan kadın bedenindeki kirlerin ve doğal kokuların yok edilmesi, kentte kadın için önemli bir sorundur.
*Kırsal kesimde hayvanlar ve bitkilerle kurulan ilişki, besin ve giyecek sağlamaya, onların güçlerinden yararlanmaya yöneliktir.
*Hayvanlar, dokunulabilen, sevgi gösterilebilen, yenilebilen ve kullanılabilen hayvanlarla insan sağlığına zararlı ve vahşi olanlar olarak ayrılırlar. Bitkilerse estetik olanlar ve yenilebilenler olarak kentlerde kadının insan-olmayan varlıklarla kurduğu ilişkiyi oluştururlar.
*Dokunulabilen ve sevgi gösterilebilen hayvanlar ev hayvanları olarak, yenilemeyen bazı bitkilerse estetik oluşlarından dolayı evcilleştirilirler. Bu evcilleştirme ve kategori-leştirme kültürel olarak belirlenir. Örneğin; Çin ve Kore’de köpek, yenilebilir hayvanlar sınıflandırmasında yer alırken. Batı’da ve pek çok gelişmekte olan ülkede, ev hayvanı olarak kullanılırlar. At ve deve gibi bazı hayvanlar da bir kısım ülkelerde yenilebilen, kas gücünden yararlanılan hayvanlar olarak kabul edilirler.
*Ev hayvanı besleme ya da çiçek yetiştirme, kentlerde doğayla doğrudan ilişki kurmada izin verilen tek aktivitedir.
*Kuşlar ve balıklar, kedi ve köpeklere oranla ev havyanı olarak daha fazla tercih edilen türlerdir.
*Modern bilim aynı zamanda hayvanları birer makina olarak kabul eder. İnsan sağlığını güçlendirme adına hayvanlar üzerindeki deneyleri onaylar. Aslında hayvanlar üzerinde yapılan deneyler büyük bir iş kolu oluşturmaktadır. Büyük şirketler inanıl¬maz kârlarla özel araçlar, elektrikli kafesler, ameliyat aletleri satarlar. Hayvanların ken¬dileri de büyük şirketler tarafından üretilerek pazarda özel alıcıların tüketimine sunulurlar.
*Modern bilim kadın bedenini de hayvan bedeni gibi denek olarak kullanır. Kadın bedeni ve hayvan bedeni, erkekler tarafından kontrol edilen ilaç şirketlerinde gebelik-ten korunma araçları araştırmalarında riske atılırlar.